Esad Coşan Hocaefendi Müsaitseniz Size Gelmek İstiyor

0
2005

Esad Coşan Hocaefendi Müsaitseniz Size Gelmek İstiyor

Metin Karabulut. Memleketi Fethiye’de herkesin sevdiği, saygı duyduğu ve hocam diye hitap ettiği muhterem bir beyefendi. Betül Şatır, Mahmut Esad Coşan Hocaefendinin evlerine misafir olduğunu öğrenince, yaşadıkları anılarını anlatmasını istedi.

Metin Karabulut. Memleketi Fethiye’de herkesin sevdiği, saygı duyduğu ve hocam diye hitap ettiği muhterem bir beyefendi. Mesleği öğretmenlik. Sonuna geldiği meslek hayatını öğrencilerinin ısrarı ve tebliğ etmenin yüksek enerjisine rağmen bitirmeye hazırlanıyor. Soranlara “bizim meslek, öyle bir imza ile sonlandırabilecek bir meslek değildir” diyor. Çünkü o nasihat vermeye, tebliğ etmeye, bırakmadığı tebessümü ile etrafındakilere doğruyu anlatmaya her koşulda devam edeceğini biliyor. Bunları yapmak için sıralara, kara tahtaya ihtiyaç yok diyor.

Metin Karabulut, Konya Yüksek İslam Enstitüsü mezunu. Meslek dersleri öğretmeni. Tatil beldesi olan Fethiye’de doğru olmanın, doğru kalmanın, şehirde olsa da tülbentte getirilen sütü damlatmamanın öyküsünü yazmış sahici bir insan. Geçenlerde Nihayet dergisinde ‘nazar ber kadem’ düsturu ve Yusuf aleyhisselamın kıssasının mihmandarlığında sürdürdüğü ömrünü okuma fırsatınız olmuştur belki.

Hâkimler, tabipler, öğretmenler yetiştiren, varlıklı esnaf talebelerinin hayretine neden olacak kadar mücadele eden, her koşulda ihlası ve dini yaşama ve yaşatma gayreti ile hayat hikâyesi oldukça etkileyici idi. Fatma Barbarosoğlu’nun “İmam hatiplerde böyle hocalar kaldı mı?” başlığı ile yayımladığı yazısında nazara verdiği Metin Karabulut’u özel kılan şeylerden en dikkat çekeni, gençlik yıllarında evliyalardan, sadıklardan, pek muhterem hocalardan bolca istifade edebilmiş olmasıydı. Bunların başında Tahir Büyükkörükçü, Ali Ulvi Kurucu, Mehmet Zahit Kotku, Mahmut Esad Coşan gibi mümtaz şahsiyetler geliyor.

“Mahmut Esad Coşan Hocaefendi müsaitseniz size gelmek istiyor”

Bilhassa Mahmut Esad Coşan Hocaefendinin evlerine misafir olduğunu öğrenince o günlerin yazılı olarak kayda geçmesi temennisi ile birlikte yaşadıkları anılarını anlatmasını istedik.

“Kendi halimde geçim sıkıntısını her türlü zahmeti çekerek halletmeye çalıştığım, iş – güç – sohbet yoğunlukları arasında gidip geldiğim yıllardı” diye anlatmaya başlıyor: “İstanbul’da avukatlık yapan bir ahbabımızı misafir ettiğimiz bir zamanda telefon geldi. ‘Mahmut Esad Coşan Hocaefendi müsaitseniz size gelmek istiyor’ diyen ses İsmail Özlü Beyefendiye aitti. Müsait olmamak ne demek! Heyecandan ne yapacağımı şaşırmıştım. Sadece ben mi; çoluk çocuk, eş dost ne yapacağımızı bilemedik sevinçten. Biz radyoda büyük bir dikkatle hadis sohbetlerini dinler, kendisine derin bir hürmet duyardık. Misafirimiz olacak olması inanılmaz bir sevinç yaşattı bizlere.

Köyceğiz – Ortaca üzerinden çok geçmeden bize geleceğini öğrenmiştik, bununla beraber geleceğini duyan bazı kardeşlerimiz Mersin’den, Niğde’den, Antalya’dan, İzmir’den bize gelmeye ve bekleşmeye başlamışlardı. Hepsi mesleğinde çok başarılı, bilişimci, mühendis, hekim, esnaf arkadaşlardı; her birisinin alınlarında nur, yüzlerinde tanıdık sevimli bir ifade, tevekkül ve teslimiyet vardı. Esad Coşan hocamın sevenleri kendisi gibi seçkin, değerli, mübarek kimselerdi.

Onun geliyor olması bizim için yepyeni dostlukların, kardeşliklerin başlangıcı demekti. Esad Coşan hocamız akıllı, re’fetli, ufuk açıcı bir insandı, az çok biliyorduk ama onu sevenlerin kalibresi, bunun bizim bildiğimizden çok daha fazla olduğunu gösteriyordu.

Biz Akra Fm’in dinlenmesine vesile olabilmek için kör-topal gayretlerde bulunan, Hakyol Vakfı’nın, İlim Kültür Sanat Vakfı’nın çalışmalarını Fethiye gibi sahil şeridinde bulunan, din dışı yaşantının özendirilmeye çalışıldığı bir ilçede sürdürmeye çalışıyorduk sadece. Allah rızası için küçük gayretlerle küçük neticeler fakat sınırsız sevaplar umuyorduk. Bu çalışmalarımız, samimi gayretlerimiz Esad Coşan hocamızı bu kadar yakından tanımamıza vesile olacakmış da haberimiz yokmuş.”

Fethiye’nin öyle bilindiğine bakmayın

Akra Fm’in dinlenmesine nasıl katkıda bulundunuz” diye sorduğumuzda Metin Karabulut şunları söyledi: “Verici ve alıcıların bulunduğu özel cihazların maharetiyle yüksekçe bir tepede kiraladığımız kilitli bir alanda yayın verilmesini sağlıyorduk. Çok pahalı olan cihazların hayır sahipleri tarafından alınmasına vesile olmuştuk. Her ay faturasını ödemeye çalışıyor, yıldırım düşmesi ya da kısa devre yapması gibi aksilikler olursa da onun giderilmesine gayret ediyor, masraflarını görmeye uğraşıyorduk. Benim çoğu zaman çamura saplanan motosikletimle gidip gelmelerim, tamirci götürmelerim oluyordu. Zahmeti çok oluyordu ama böylece insanlar hayır anlatan sohbetler yayınlayan bir radyo istasyonuna duydukları özlemi gideriyorlardı. Çektiğimiz bütün zahmete değiyordu sizin anlayacağınız.”

Fethiye güzel bir memleket fakat turizmin etkisiyle bir dünyevileşme söz konusu diye biliniyor, siz ne dersiniz” diye sorduğumuzda; “siz Fethiye’nin öyle bilindiğine bakmayın; içinde ne salih insanlar var, ne kemalat sahibi mümin kimseler var bilemezsiniz” diyerek gülümsüyor. Biz de Metin Karabulut’un hayat hikâyesini; kendini memleketine karşı sorumluluk duygusu ile nasıl adadığını hatırlıyor ve sözü o günlere getiriyoruz: “Esad Coşan Hocaefendi ile daha önceden bir tanışıklığınız var mıydı?” Sözü Metin Karabulut’a bırakalım:

Evliyalarla birlikte olmak müstesna zaman dilimleridir

“Öncesinde sohbetlerinde bulunmuşluğumuz ve kalpten ilerlettiğimiz bir gönül beraberliğimiz vardı fakat ismen birbirimizi tanıyacak kadar bir teşrik-i mesaimiz olmamıştı. Kalben kurduğumuz dostluk öyle bir sağlam bağ olmuştu ki; meğer evimize misafir olacağı günlere kadar getirecekmiş bizleri. Biz de bu güzel feyizli müjdeyi yaşayarak öğrendik.

Evliyalarla birlikte olmak müstesna zaman dilimleridir. Ben Mehmet Zahit Kotku hocamızın sohbetlerinde kalbimden geçenleri bilmesinden dolayı öğrenmiştim ki kalbimize her koşulda mukayyet olmalıydık, hele ki Allah dostlarının huzurundayken. Yaşım çok genç ve öğrenciydim. Haziran ayında Ankara’da bir sohbet halkasında Mehmet Zahit Kotku rahmetullahi aleyhi dinlerken ortaya soğuk bir karpuz getirmişlerdi. Hepimize yetecek gibi gözükmüyordu. Sıcaktan içimiz yanmış. Ben böyle düşünürken karpuzu kestiler, ilk dilimi bana uzattılar. Edeben itiraz etmek uygun değildi fakat çok mahcup olduğumu bugün hatırlıyorum. Üstelik herkese fazlasıyla yetmişti.

Bu bereket matematiğimizi aşan bir hal almıştı

O gün anladığım şey aklımdan geçirdiklerime çok dikkat etmem gerektiği olmuştu. Bu durumda yine bir Allah dostu ile beraberdik ve çok dikkat etmeliydik, ailemi çocuklarımı tembihledim. Birkaç gün beraber kalmak nasip oldu. Memur maaşı ile geçindiğimiz, yokluğa katlanıp var olana şükrettiğimiz yıllardı. Kim bilir rahat ettirebildik mi? Yataklarımız, oturduğumuz divanlarımız onları layıkıyla ağırladı mı bilmiyorum ama en ufak bir konfor arayışına, memnuniyetsizliğe rastlamadık davranışlarında. Borç harç sıkıntı çektiğimiz günlerimizde evimiz, hocamızın gelmesiyle bereketlenmişti. Arabistan’ın kahvesi, Maraş’ın dondurması, Niğde’nin patatesi, Antep’in fıstığı, Diyarbakır’ın tatlısı hocamıza ikram edilmek üzere evimize dolup dolup taşıyordu adeta. Onları sevenlerle beraber çok kalabalık olmuştuk. Sinilerle sofralar hazırlanıyordu. Elle tutulur gözle görülür bir berekete şahit oluyorduk. Eşim bir öğün bile ne pişireceğim diye sıkılmadığını söyledi. Sonradan da sürekli devam edecek bu bolluğun, bereketin, nimetlerin hesabı yoktu inanın. En ufak bir zahmet ya da ağırlık hissine kapıldığımızı hatırlamıyorum. Allah ne verdiyse ikram etmeyi seven bir aileydik zaten ama bu bereket matematiğimizi aşan bir hal almıştı, hepimizi şaşırtmıştı.

Fethiye’de bulunan yatırları, türbeleri Esat Coşan hocam daha gelmeden biliyor ve tanıyordu. Oldukları yerleri eliyle koymuş gibi buluyordu. Sürekli istop eden, arıza yapan bir arabam vardı. Bütün o güzel arabaların önüne geçip rehberlik ediyordum. Sürekli durmasından, arızalanmasından korktuğum arabam her zamankinden farklı bir şekilde hiç teklemeden çalışıyordu. Çoğu zaman İsmail Özlü Bey’in kullandığı arabalarına ben de biniyordum ve civarda olan güzellikleri hocamıza ve diğer misafirlerimize gezdiriyordum.

Bir gün Kayaköy’e giden dağ yolunda ilerliyorduk. Antik kalıntılar, deniz manzarası, tabiatın güzelliği derken sabah namazı sonrası güneşin doğuşuna da birlikte şahit oluyorduk. Hocamız ‘ben ne kokusu alıyorum bilin bakalım’ dedi. Ben de bitki örtüsünü sırayla saymaya başladım. Çiçek isimleri, ağaçlar… Hocamız, ‘yok bilemediniz, ben sac böreği kokusu alıyorum’ dedi. Ben hemen atıldım, ‘hocam ileride köylü kadınlar var, onların tezgâhlarını görünce duralım, size ikram edelim’ dedim. Gerçekten yol üstünde bu yolla geçimini sağlayan kadınlar vardı. Hocamız dedi ki, ‘Sen o tezgâhları açık mı sanıyorsun, onların sahipleri uykudadır, sen herkesi evdeki hanım gibi sabah namazında kalkar, hamuru yoğurur, böreği açar mı zannediyorsun. O mekânlar kapalıdır bu vakitte’ diye mütebessim bir şekilde cevap verdi. Biz de gülüştük. Gezimizi tamamlayıp güneşin doğuşuna tanık olduktan sonra eve döndük. Merdivenleri çıkarken burnuma enfes börek kokuları geliyordu. Meğerse bizim hanım hocamızın tasvir ettiği gibi hamuru hazırlamış, börekleri pişirmişti. Bunlar küçük espriler ama yıllarca yüzümüzde çok hoş bir gülümseme bırakmıştır.

Bir sürü hayra vesile olmuştu hocamızın ziyareti 

Bir gemi kiralayıp kara ile ulaşamayacağımız bakir koylara geziler düzenledik. Namaz vakti gelince kaptana gemiyi kıbleye çevirmesini söyleyip cemaatle namaz kılıyorduk. Kaptanlık ehliyeti olduğunu öğrenince çok şaşırmıştık. Bizlere de ‘her türlü ehliyetiniz olsun’ diye nasihat ediyordu. Sünnet olduğunu sıkça hatırlattığı gibi çok güzel yüzüyor, çok iyi atış talimi yapıyordu. Gömleklerinin boyunu uzun tutuyor, bol ve sağlıklı kumaşlardan dikilmiş kıyafetler giyiniyordu. Yürüyüş yaptığımız esnada ona yetişmemiz bazen mümkün olmuyordu. Çok az uyuyor, sadece bir çeşit yemekle iktifa ediyordu. Ortaya gelen yiyeceği muhakkak etrafındakilere ikram ediyor ve nezaketen kendisi de ucundan tadına bakıyordu. Teknolojiden iyi anlıyor, bizlerin de iyi takip edip hayırda kullanmamız gerektiğini sıkça hatırlatıyordu. Her Cuma mutad yaptığı Cuma sohbetlerine nerede olursa olsun telefonla bağlanıyor, hadis derslerine devam ediyor, sorumluluklarını aksatmadan yerine getiriyordu.

Bir keresinde kapısına kilit vurulmuş bir camide namaz kılamayınca, bir köylünün evine misafir olmuştuk. Yaşlı bir baba, ihtiyar bir anne ve gencecik bir de gelin vardı. Misafir olduğumuz evde namaz kıldık, hemen bir sofra kurdular. Sofradakilerden yerken duvarda asılmış resmi tanıdım, öğrencim M. G. ’in resmiydi. Ben onun hocasıydım. Meğer öğrencimin hanımı diğer odada hanım misafirlere ağlıyormuş. ‘M. çok değişti; Hisarönü’nde bir barda barmenlik yapıyor, namazlarını da terk etti. Dua edin’ diye yakınıyormuş. Araları da bu yüzden huzursuzmuş. Hocaefendi ayrılırken dualar ettiler, teşekkür ettiler, M. G.’ye de selam söylediler. Ben, kızım bana detayları anlatınca çok şaşırdım. ‘Nasıl olur’ dedim, M. G. hafız; hatta Kuran okuma birinciliği var. Çocuk nasıl olur da yoldan çıkar diye üzüldüm.

Akşam geç saatlerde eve gelmiş M. Eşi de demiş ki, ‘bu gün eve kimler geldi biliyor musun?’ Ben derslerimde zaman zaman Mehmet Zahit Kotku’yu, Allah dostlarını anlatırdım. M. bir duyuyor ki Mehmet Zahit Kotku rahmetlinin kerimesi Muhterem Hanım, damadı Esat Coşan Hocaefendi evine gelmiş. Beni de çok severdi. Öyle bir mahcup olmuş ki. Günlerce etkisinde kalmış. Sonra geldi, beni buldu, zararlı ortamları ve alışkanlıkları terk ettiğini anlattı. Buna benzer kayda geçmemiş büyük küçük bir sürü hayra vesile olmuştu hocamızın ziyareti.

O gün kilitlenen camiyi açtırdık. Vakit ikindi olunca yanımızda bulunan kıraati düzgün bir arkadaşa ezan okuttuk. Köylüler sevinerek geldiler, cemaatle namazımızı kıldık. Onlara imam talep etmeleri konusunda tavsiyelerde bulunmuştu hocamız. Anlatsam çok uzun sürecek bir sürü küçük hikâyeye konu olacak güzellikler yaşamıştık. Günler nasıl geçti anlamadan, nasıl bir nimetin içinde olduğumuzun şükrünü hakkıyla yapamadan günler gelip geçmişti. O günden sonra sürekli maddi manevi mutfaklardan dışarı taşan bir bolluk yaşadık.

“Cemaati onun on yıl gerisinden geliyordu”

Hoca efendi ile geçirdiğimiz günlerde onun edebine çalışkanlığına kitaplara ve ibadetlerine düşkünlüğüne yakından şahitlik ediyorduk. Hanımına takındığı nazik ve saygılı tavrı Müslüman erkekler olarak hepimize örnek oluyordu. Asla yabancı kelime ile cümle kurmuyor, bizleri de bu konuda sıkça uyarıyordu. Hatta derneklerde hayırda kullanılmak üzere yabancı kelime başına beş lira ceza kesiyordu. O zamanlar hâlâ yayınlanan İslam, Kadın ve Aile, Panzehir, İlim-Sanat dergilerine makalelerini bir köşeye çekilerek kaleme alıyordu. Gezdiğimiz yerlerde tarihi ve antropolojik araştırmalar yapıyor, metruk camiler görünce çok üzülüyordu. Ölüdeniz’in bulunduğu civar köylerde misyonerlerin olduğuna şahit olup kederleniyor ve muhakkak somut ve geçerli çalışmalar yapılması konusunda bizleri ve Müslüman köy halkını uyarıyordu. Müslümanca tatil yapılabileceğini, tatillerin idealleri aynı olan müstesna kişilerle beraber kamplaşarak yapıldığında çok güzel bir sinerjinin ortaya çıkacağını, hayırlara vesile olacağını hatırlatıyordu.

O zamanlar bizlere söylediği birçok şeyin hikmetini ve kıymetini bizler seneler geçince anlayacaktık, anladık da. O kadar ufku açık, o kadar ileri görüşlü idi ki, ‘Türkiye’de bir hoca vardı ama cemaati onun on yıl gerisinden geliyordu.’ dedikleri kulağımıza geliyordu o zamanlar Almanların. Çok haklıydılar.

Uzunca bir zaman tekrar gelir umuduyla yollara baktık. Daha rahat ettireceğimiz hayali ile gözümüz uzun süre yollarda kaldı. Fakat Avusturalya’ya yerleştiği, bir daha dönmeyeceği söyleniyordu. Birkaç defa ailece telefonda görüştük. Bayramlaşmalarımız oldu. Dünya gözüyle bir kez daha misafir ederiz umudunu uzun süre muhafaza ettik, ta ki emr-i hak vaki oluncaya kadar…”

 

Röportaj: Betül Şatır Dünyabizim.com

CEVAP VER

Please enter your comment!
Please enter your name here

Bu site, istenmeyenleri azaltmak için Akismet kullanıyor. Yorum verilerinizin nasıl işlendiği hakkında daha fazla bilgi edinin.