Gerçek Körler Kalp Gözleri Görmeyenlerdir

0
1488

Gerçek Körler Kalp Gözleri Görmeyenlerdir

Bu kâinatta zerreden kürreye kadar var edilen her şey, ilâhî bir sanat harikası ve ilâhî kudretin bir vitrini olarak yaratılmıştır. Nefsânî arzularını bertaraf edebilen kimseler için bu vitrinler, kula acziyetini tattırarak Allâh’a yaklaştıran ilâhî bir lütuftur.  Bu lütufları gören ve idrâk eden ise hakikatte göz değil, hissiyâtın merkezi olan kalptir. 

Âyet-i kerîmede: 

(Doğrusu) size Rabbiniz tarafından basîretler (kalp gözleri) verilmiştir. Artık kim hakkı görürse faydası kendisine, kim de körlük ederse zararı kendinedir…” (el- En’âm, 104) buyrularak aslında görenin, kalp olduğu vurgulanmaktadır.

Zira “…Gerçek şu ki, gözler kör olmaz; lâkin göğüsler içindeki kalpler kör olur.” (el-Hacc, 46) âyeti de, bu hakîkatin diğer bir ifâdesidir. Dolayısıyla gören de kalp, hisseden de kalp, seyreden de kalptir.

shutterstock_187125293Göz, kalp için ancak bir vâsıtadır, âdeta bir gözlük hükmündedir. Peygamber -sallâllâhu aleyhi ve sellem-  Efendimiz’in; “…İnsan bedeninde bir et parçası vardır. O sağlam ve sâlih olursa beden bütünüyle iyi, o kötü olursa beden de tamamıyla kötü olur.”(Buhârî, Îmân, 39) buyurarak kalbi tarif etmesi, kalbin insan üzerinde ne muhteşem bir tesir icrâ ettiğinin en güzel bir delilidir.

Nitekim gönül dünyaları farklı olan ve fakat aynı yere bakan iki insanın gördükleri şey çok farklıdır.Çünkü insanın gördüğü, daha ziyâde gönül âleminin yansımasıdır.

Bunun en güzel misâlini Hazret-i Ebû Bekir -radıyallahu anh- ile Ebû Cehil’de görmek mümkündür. Nitekim her ikisi de Rasûlullah’ın -sallâllâhu aleyhi ve sellem- güneşleri kıskandıran nûr menbaı sîmâsına bakmış, bunun neticesinde; Allah ve Rasûlullah âşığı olan Hazret-i Ebû Bekir’in gönlünden diline; “Aman yâ Rabbî, ne kadar da güzel!” ifâdeleri dökülürken, bunun zıddına Ebû Cehil o mübârek yüzde kendi kalp körlüğünün akislerini seyrederek O’ndan uzaklaşma bedbahtlığına düşmüştür.

Çünkü yüksek ruhlar, her zaman hakîkat-i Muhammediyye’den akseden feyiz ve rûhâniyet ile gıdâlandıkları gibi, habîs (kötü, fenâ) ve fâsık ruhlar da habâsetle (kötülük ve fenâlıkla) tatmîn olmuşlardır.

Mecnûn’un aşkından çöllere düştüğü Leylâ’yı görenlerin söyledikleri:

“–Mecnun bunun nesini sevmiş?” ifâdelerine, Mecnûn’un vermiş olduğu şu cevap da, görenin aslında kalp olduğunun bir diğer delilidir:

“–Siz ona bir de benim gözümle bakın!” 

shutterstock_108348551Zira Cenâb-ı Hakk’ın emrine kibrinden dolayı itaatsizlikte bulunarak huzurdan kovulmuş olan şeytanın gözü de, Âdem -aleyhisselâm-’a bakınca onun çamurunu, yani zâhirî sûret tarafını görmüş, ondaki ahsen-i takvîm sırrına gâfil kalmış ve ondaki yüceliği idrâk edememiştir.

Bu gerçek dolayısıyla, gününü gaflet bataklıklarının türlü rezillikleri içinde hebâ eden bir sarhoşun gözü, kalp âleminin sarhoş olması dolayısıyla sadece içki şişesini ve meyhaneyi görür. Yine kalp âleminin rotası maddiyâta odaklanmış, merhamet mahrumu ve muhteris bir insanın gözü, sadece maddî ve nefsânî menfaatlerini görür.

Cenâb-ı Hakk’a yaklaşmak için vesîle arayan, şefkat ve merhamet ummânı bir mü’minin kalp gözü ise sadece Allah ve Rasûlü’nün râzı ve hoşnud olacağı şeyleri görür. Dâimâ kâinattaki ilâhî tecellîleri seyreder. Bunun neticesinde her gördüğü, kendisine Allâh’ı hatırlatan bir vitrin olur.

Kaynak: Osman Nûri Topbaş, 40 Soru 40 Cevap, Erkam Yayınları, Sayfa 145

İslamveihsan.com sitesinden alıntıdır.

CEVAP VER

Please enter your comment!
Please enter your name here

Bu site, istenmeyenleri azaltmak için Akismet kullanıyor. Yorum verilerinizin nasıl işlendiği hakkında daha fazla bilgi edinin.