HER MÜSLÜMANIN ZİNETİ; 5’İ BİR YERDE

0
831

HER MÜSLÜMANIN ZİNETİ; 5’İ BİR YERDE

Biz mü’minler olarak Allah’ı (cc) tanıtmaya, anlatmaya, memuruz. Biz yeryüzünü karıştırmaya değil, barıştırmaya memuruz. Biz insanları ayırmaya değil uyarmaya memuruz. Biz insanları sövdürmeye değil sevdirmeye memuruz. Bu memuriyetin şuuru altındayız. Peygamberiz Efendimiz (sav) buyuruyor ki;

“Allah’ın sizi sevmesini istiyorsanız, Allah’ı insanlara sevdiriniz”
[Suyutî, el-Camiu’s-Sağîr,1/251; Kenzu’l-Ummal, 15/1186]

Hal böyleyken her mü’mine düşen görev elinden geldiğince insanların kalbinde taht kurmaya, gönüller yapmaya özen göstermektir ve bu taht da ancak tesettür ile kaimdir. Peki, nedir bu tesettür?
Kişi tesettürle ilk olarak örfen tanışır, yaşadıkça ve künhüne vakıf oldukça benimser veya benimseyemese bile saygı duyar. Tesettür mana bakımından her ne kadar örtmek, gizlemek, arkasına saklamak; Fıkhen de bedenin avret yerlerini ve vücudu göstermeyecek, hatlarını belli etmeyecek şekilde örtülmesi olarak ifade edilse bile, mevzuyu derinden incelediğimizde 5 şekilde tamama eren bir yapbozun parçaları olduğunu idrak etmekteyiz. Kısaca insanı insan, insanı da kul yapan yegâne ziynettir.

“Tesettür”.

Nefisin Tesettürü; “Takva ve Zikir”

Nefis, insan bedenine verilmiş dizginlenemeyen hayli yaramaz, bir o kadar kurnaz ve maymun iştahlı bir çocuktur. Yedikçe semirir, semirdikçe ister. Vermeyince de ağlar, ta ki istediğini verene kadar… İşte Rabbimizin bizlere böyle verdiği bir imtihan vesilesidir nefis. Kısaca insanın dinine ve Rabbine bağlanmaması için elinden gelen tüm yaramazlığı yapar.
“Bir gün yere bir damla bal düştü. Küçük bir karınca geldi balın tadına baktı ve gitti. Bal hoşuna gitmişti. Bir zaman sonra tekrar geldi, biraz daha yedi. Gitmek istedi ama bal lezzetli gelmişti. Bir türlü bırakamadı. Kendini balın lezzetine kaptırdı ve bal damlasının içine girdi. Ancak çıkmak isteyince buna gücü yetmedi. Debelendikçe daha da battı ve balın içinde can verdi.
Karınca biraz bal ile yetinseydi elbette ölmeyecekti.”
Bu misalde olduğu gibi nefis insana isteklerini baldan tatlı gösterir ve helaka sürükler. Nefsin bu oyunlarını dizginleyecek tek şeyde takva ve zikirdir. Takva ve zikir nefsin tesettürüdür. Kişi günahlardan haramlardan kaçtıkça nefsi pes eder. Zikir ile teskin (Sakinleşir) olur. Durgunlaşan, sakinleşen nefis ise
yavaş yavaş Rabbini arzulamaya yani tesettürünü edinmeye başlar.
Günlerden bir gün fakir bir genç, padişahın kızına âşık olmuş. Bu ümitsiz sevdasını gidip, o şehrin meşhur dervişine anlatarak yardım dilemiş. Derviş:
–“Evlâdım, şehrin girişine tam yol ağzında otur, kim ne derse desin sadece “Allah” diye cevap ver.” demiş. Fakir genç, denileni yapmış. Günlerce, aylarca şehrin girişinde başka hiçbir kelime konuşmadan “Allah” demiş. Derviş, yiyeceğini, içeceğini her gün getiriyormuş. Zamanla “Allah” diyen genç halk arasında meşhur olmaya başlamış. Nihayet bir gün padişah da genci merak etmiş. Önden vezirini
göndermiş ki durumu tahkik etsin. Vezir gelip bakmış ki hakikaten denilenler doğru, genç kim ne derse
desin aynı cevabı veriyor. Vezir biraz daha merak edip dervişten, genç hakkında bilgi istemiş. Dervişte
gencin devrin büyüklerinden olduğunu söylemiş. Akabinde vezir dönmüş padişahın huzuruna, olayı anlatmış. Padişah, kalkıp genci ziyarete gitmiş;
–“Kimsin? Derdin ne? Ne istersin?” demiş ise de, genç, padişaha karşı da “Allah” demekten vazgeçmemiş. Başka tek kelime konuşmamış. Derviş akşam gencin yanına gelmiş;
–“Padişah bir daha gelirde sana “Kızımı vereyim” diye teklifte bulunana kadar, sen ondan sakın ola ki bir istekte bulunma!” diye tembihte bulunmuş. Nihayet bir gün padişah gelip:
–“Genç! Dile benden ne dilersen, istersen seni kızımla evlendireyim.” deyince, Genç;
–“Yok istemem! Artık onu da istemiyorum. Ben bir kıza kavuşmak için “Allah” dedim, Allah (cc) devrin padişahını ayağıma getirdi, benim gibi miskin bir gence kendi kızını teklif ettirdi. Eğer O’nun hatırı için “Allah” deseydim kim bilir ne olurdu? Ben bundan böyle O’ndan başkasını anmıyor, O’ndan başkasını istemiyorum.” demiş. Nitekim Kur’an-ı Kerim’de Allah-u Teâlâ;

“…Bilesiniz ki kalpler ancak Allâh’ı anmakla huzur bulur.” [er-Ra’d, 28]

buyurmaktadır.

Kalbin Tesettürü; “Hayâ ve Güzel Ahlak”

Kalp, insanoğluna bahşedilen ve nice sırları içinde barındıran en güzel şeydir. Aslen insanın yumruğu büyüklüğünde bulunsa da; Manen ummanları, fezaları yanında zerre bırakacak kadar geniş ve sınır tanımayan bir nesnedir. İsmen bakılırsa da kalp, kalp değildir ki! Gönüldür. Nitekim Allah-u Teâlâ bir Hâdis-i Kutsi’de;
“Ben yerlere göklere sığmadım, ancak mü’min kulumun
(bana olan sevgisi, aşkı ve imanı ile) kalbine (Gönlüne) sığdım”
buyurmaktadır. Mademki Rabbimizin sevgisi, aşkı ve ona olan imanımız bu makamın, kalenin içinde bir hazinedir, her hazineye de bir muhafız gerekir. İşte bu muhafızlarda tesettür birliğinin iki neferi olan hayâ ve güzel ahlaktır. Kişinin hayâsı güzel ahlakına, güzel ahlakı imanına, imanı ise aşkına tabidir. Kul eğer ilahi bir aşka vakıf olmak isterse hayâsından başlamalıdır. Fahri Kâinat Efendimiz (sav) buyurur ki;
“İlk peygamberlerden itibaren halkın hatırında kalan bir söz vardır:
Utanmadıktan sonra dilediğini yap!”
[Buhârî; Enbiyâ 54, Edeb 78]
Ne ince bir nokta değil mi? Sultan Gazneli Mahmud’un yanında resmi hizmetle görevli Ayaz isminde bir genç vardı. Hizmeti edebi ve ahlakıyla tanınırdı. Bir gün yine hizmetinde bulunurken, aniden ayakkabısının burnunu salladı. Sultan, Ayaz’ın bu haline şaştı. O zamana kadar kendisinden hiçbir zaman edepsizlik görmemişti. Sultan ferasetiyle, onun bir özrü olduğunu anladı ve peşine emrindeki bir kişiyi, Ayaz’ı takip etmek için gönderdi. Adam, Ayaz’ı takip etti. Ayaz bir köseye çekilip, ayakkabısını çıkardı.
İçinden bir akrep çıktı. Ayaz ayakkabısı ile akrebi ezerek;
–“Bugün, bana Sultanın huzurunda edebimi bozdurdun. Bugüne kadar huzurunda bir tane edepsizliğim
görülmemiştir” dedi. Adam, durumu sultana anlattı. Ayaz geri dönünce Sultan;
–“Ey Ayaz! Bugün niçin edepsizlik yaptın? Ayağını sallayıp durdun” dedi. Ayaz özür diler bir eda ile
cevap verdi;
–“Kabahat işlemek hizmetçilerin işidir. Affetmek ise, sultanların şanındandır”.
–“Akrep hikâyen bize ulaştı” deyince:
–“Mademki, haberiniz oldu anlatayım. Sizin saltanat nimetlerinize kavuşmuş biriyim. Akrep yedi defa
ayağımı soktu, dayandım. Ayağımı oynatmadım. Sekizincisinde takatim kalmadı. Ayağımın ucunu
yerden kaldırdım.” dedi.
Ey kardeşim! Fani dünyanın fani sultanı huzuruna çıkmış bir hizmetkârın gösterdiği bu denli edep ve hayânın karşısında, insanın yalnızca nutku tutuluyor. Ya bizler? En çok hayâ gösterilmesi gereken esas sultanın karşısında edepten bihaberiz. Çözüm belli… Kişi hayâsını, güzel ahlakını tastamam etmeye yani tesettürünü kalbine giydirdiği anda gerçek imana ve dahi gerçek ilahi aşka kavuşacaktır. Hayâ, ahlak, edep, iman ve aşkın tastamam olması yeterli mi? Değil! Ee, öyleyse eksik olan nedir? Eksik ise sende
olanı olmayanla paylaşmaktır. İlahi Kelimetullah’a şöyle dönüp bir baktığımızda;
“O vakit Allah´tan bir rahmet ile onlara yumuşak davrandın!
Şayet sen kaba, katı yürekli olsaydın, hiç şüphesiz, etrafından dağılıp giderlerdi…”
[Ali İmran Suresi: 159]
buyurur. Bundan sebep her ne olursa olsun bir Müslümana düşen görev; İlk önce karşıdaki insanın kalbini
kazanmaktır, sevgi tohumları ekip onları nazikçe yeşertmektir. Nitekim Yunus Emre Hazretleri ise
şiirinde;
“Gönül Çalab’ın (Allah’ın) tahtı, Çalab gönüle baktı,
İki cihan bedbahtı, Kim gönül yıkar ise”
diye boşuna söylememiştir. İnsanoğlu unutmamalıdır ki;
“Kabe bünyad-ı Halîl-i Azer’est
Dil nazargah-ı Celil-i Ekber’est”
(Kabe, İbrahim’in (as) bina ettiği taş bir yapıdır.
Kalp ise Hakk’ın nazargahı ve O’ nun eseridir.)
Bu minvalde de gönlü olan kimseyi incitmemek imandan olsa gerek. Velhasıl-ı kelam, Kalbî Tesettür;
Hayâ, ahlak, iman ve aşk ile tamam olup, gönüller yapmakla ihya olur.

Akıl Tesettürü “Hüsnü Zan ve Tefekkür”

Akıl; Rabbimizin insanoğluna hudut çizmeden bahşettiği, kullandıkça tazelenen, tazelendikçe gelişen ve Rabbine daha çok yaklaştıran düşünme yetisidir. Allah-u Teâlâ kişiye bir nimet verdiği zaman onu kulunun üstünde görmek ister. Bu nedenle âdemoğluna Kur’an-ı Kerim’in birçok yerinde “Akıl etmez misiniz? Düşünmez misiniz? Akıl sahipleri için birçok ibretler vardır.” buyurarak verdiği aklı kullanmasını tembihlemiştir. Kişide her daim tefekkür ederek o nimetin hakkını eda etmesi (vermesi) gerekir. Kısaca aklı tesettüre sokmanın ilk kısmı Rabbinin eşsiz nimetlerini, en ufak organizmadan veya molekülden başlayıp, fezaya (uzaya), yıldız sistemlerine, galaksilere ve daha nicelerine uzanan o engin kudreti idrak etmektir. Kurulu bir saat gibi tıkır tıkır işleyen sistemin nasıl ince detay ve hesaplarla yaratıldığını anlamaktır.
Aklın tesettürünün diğer kısmı ise hüsnü zan, iyi düşünmektir. Hüsnü zannın en üstünü ise Allah’a (cc)
olan zandır. Bir kıssada anlatılır ki; Musa (as), Allah (cc) ile Tur Dağı’nda kelam ettikten sonra sorar:
–“Ya Rabbi! Senin kulların içinde en günahkâr kul kimdir?” Allah (cc):
–“Ey Musa! Falan gün Kızıldeniz’in kenarına git. Oraya yanında bir çocuk ile bir adam gelecek, işte ovadam dünyanın en günahkâr insanıdır.” buyurur. Musa (as) gitmiş Kızıldeniz’in kenarına bir bakmış ki,vbir adam ve bir çocuk orada oturuyorlar. Ertesi gün Musa (as) yine Allah’a (cc) müracaat eder:
–“Ya Rabbi! Peki, senin dünyadaki en günahsız kulun kimdir?” der. Allah (cc):
–“Ey Musa! Falan gün Kızıldeniz’in kenarına git. Oraya yanında bir çocuğu ile bir adam gelecek, işte o
adam dünyanın en günahsız insanıdır.” buyurur. Musa (as) gitmiş Kızıldeniz’in kenarına bir bakmış ki, ovgünkü adam ile aynı adam. Musa (as):
–“Ya Rabbi! Hikmetinden sual olunmaz ama bir önceki sefer “Dünyanın en günahkâr insanı” iken nasılvolur da bugün en günahsızı olur?” Allah (cc) buyurur ki:
–“Ey Musa! Sen huzurumdan ayrıldıktan sonra bu çocuk ile babası deniz kenarına gittiler. Çocukvbabasına sordu:
–“Babacım, bu kum taneleri ne kadar çok, bunlardan daha çok ne var ?” Babası:
–“Oğlum, bu kumlardan daha fazla olan denizdeki damlalardır” der. Çocuk tekrar:
–“Peki babacım, denizdeki damlalardan daha çok ne var?”
–“Babanın günahları vardır yavrum” der. Çocuk ya bu, sorar:
–“Peki babacım, senin günahlarından daha çok ne var?” Adam cevaben der ki:
–“Babanın günahlarından daha çok Allah’ın (cc) merhameti var oğlum” der. Allah (cc) Musa’ya (as):
–“İşte ey Musa! O kul benim merhametimi, affımı günahlarından daha çok bildi. Bende onu oradaki mahzunluğu, oradaki mahcubiyeti hatırına, benim rahmetime olan hüsnü zannı hatırına onun günahlarını affettim” buyurdu.
Hüsnü zannın diğer mertebesi ise kullara olan zandır. Meseleye yaşanmış bir hikaye ile devam edelim.
Yaklaşık 20 sene önceydi. Namaz kılmak için genellikle mahallemizdeki camisine giderdik. Camimizin imamı da Hâdi Efendi isimli, mahalleli tarafından sayılıp sevilen, güvenilen bir zattı. Günlerden bir gün akşam namazını kılmak üzere camiye biraz erken gitmiştim. Abdest almak için abdesthaneye vardım.
Tuvaletlerin boşalmasını beklerken kapılardan biri açıldı, İmam Hâdi Efendi dışarı çıktı. Selamlaşıp hal hatır sorduktan sonra imam abdest almadan camiye doğru gitti. Çok şaşırmıştım. Başka da abdest alacak yer olmadığına göre “Hoca nerede abdest alacak” diye merak edip, takip ettim. Hocanın abdest almadan direk camiye girip mihraba yöneldiğini gördüm. Ezan ve kamet okunduktan sonra namaz kıldırmaya başladı ve arkasında saf tutanlar da ona uyarak tekbir getirip namaza durdular. Ben ise yerimde donup kalmıştım. Hemen koşup, senelerdir ahbaplığımız olan Hacı Ali Efendinin yanına gidip, bir bir şahit
olduklarımı anlattım. Bana tam güveni olan Hacı Ali’de şaşkınlık içinde:
–“Madem hoca abdestsiz namaz kıldırıyor, o halde biz de münferit (tek) kılarız” dedi. Derken bu olay mahalledeki Müslümanlar arasında yayıldı. Ben ve arkadaşlarım Hâdi Efendinin abdestsiz namaz kıldırdığını herkese anlattık. Böylece cemaat dağıldı. Artık kimse onun arkasında namaz kılmıyordu. Bu olay onun itibarını sarstı. Ailesiyle de arası açıldı, eşi onu terk etti, çocukları da onu dışladılar. O da imamlığı bırakarak şehri terk etmek zorunda kaldı. Hatta bazıları hakkında aslında Müslüman olmadığı, casusluk yaptığı ecnebi olduğu vs. şeklinde konuşmaya başladılar ve bir daha ondan haber almadık.
İki sene sonra Umreye gitmek nasip oldu. Orada hava şartlarından dolayı bir hayli hastalandım.
Memleketime döndükten sonra doktora gittim ve iğne yazdı. Ertesi günü abdest alıp namaz kılmak üzere camiye giderken yol üzerindeki doktora uğrayıp o günkü iğnemi yaptırdım. Henüz ezan okunmamıştı.
Tuvalete gidip iğne yeri kanamış mı diye bakmayı düşündüm. Tam tuvaletten çıkıyordum ki aklıma Hâdi Efendi geldi. Birden gözlerim karardı, dünya sanki başıma yıkılır gibi olmuştu. Yoksa Hâdi Efendi de benim gibi iğne yerine bakmak için mi tuvalete girmişti? Yani adamcağız abdestli miydi? Aklım durmuştu, sabaha kadar uyuyamadım o gece. Cahil ben ve benden daha cahil dindar arkadaşlarım nasıl olmuştu da bilmeden, anlamadan, araştırmadan ve yüzleşmeden, güya “Allah rızası için!” Hâdi Efendinin haysiyetiyle oynamış, itibarını beş paralık etmiş, evini yıkmış, eşinin çocuklarının bile onu terk edip dışlamasına yol açmıştık! Ertesi sabah onu aramaya başladım. Çarşıda Hacı Ahmed isminde bir zat onu
biliyor dediler. Hemen gittim nur yüzlü simasıyla beni karşıladı. Sorduğumda da şöyle cevap verdi:
–“İki sene önceydi. Hâdi Efendi bana gelerek çok üzgün ve dertli bir vaziyette oturdu. Ne oldu deyince de şöyle dedi:
–“Yaptırdığım iğnenin yerine bakmak için tuvalete girmiştim, abdest bozmamıştım. Ama birileri bana hiç sormadan “Abdestsiz namaz kıldırıyor” diye iftira ettiler. Cemaatte buna kanıp beni dışladılar, bana neler yapıldığına şahit ol diye bunları anlatıyorum, bu şehri terk ediyorum. Irak tarafına gideceğim dedi ve gitti, bir daha da görmedim Onu…” Allah’ım ben ne halt işlemişim böyle! Hüngür hüngür ağladım. Tam 20 yıldır her Irak’a gidip gelene onu soruyorum ama mazlum Hâdi Efendiden hiç bir haber yok. Ve artık yerimden kımıldayamayacak kadar hastayım, gidip bulabilecek, helalleşebilecek halde değilim.
Ey Dostlar! Duyduklarımız ya da gördüklerimiz gerçek olsa dahi aslı bambaşka olabilir. Bir kişi ya da bir olay hakkında gerçeği tümüyle bilmeden bir kanıya varmak zulümdür. Hakikati bilmek için bırakın bize bir başkası tarafından söyleneni… Kendi gözümüzle gördüğümüz, kulağımızla duyduğumuzu dahi bizzat o şahısla konuşup, tahkik etmek zorundayız. Yoksa vebali bu kadar ağır olur. Rabbim beni affeylesin!”
İşte böyle… İster imam, ister cemaat ol, istersen hoca, istersen talebe ol, istersen de kadın, istersen de erkek ol! Karşındaki de bir insan, onunda gururu, haysiyeti, kişiliği var! Dikkati celp etmek gerekir ki;
Gurur, değme dillere bırakılmayacak kadar naif bir nesnedir. Ayrıca Müslümanlık ne zamandan beri başkalarının hatalarını ifşa etmekten, yüzlerine vurmaktan, gıybetlerden dem vurup boş konuşmaktan ibaret olmuş? Kendi hataların bitti mi ki başkasının hatasına göz diktin! Bu nice Müslümanlıktır.
Unutmayınız!
“Ayıp gören gaybı göremez.”
Bedenin Tesettürü “Dikkat Çekmemek”
Bilindiği üzere bedenî tesettür; Avret yerlerini (Erkeklerde göbek deliği ile diz kapağının altına kadar olan bölüm, kadınlarda ise el ve yüz hariç bütün bedendir.) gösterecek derecede şeffaf, vücut hatlarını belli edecek kadar dar ve dikkati celp edecek kadar renkli olmayan giyim şeklidir. Bu ölçülerde kişi istediği gibi giyinebilmektedir. Tesettür tabiri toplumumuz tarafından her ne kadar kadına yönelik bir imajmışçasına algılansa da, netice itibariyle hem erkeğe hem kadına yönelik bir uygulamadır. Bu nedenle erkeğin kadın üzerinde baskı kurup, işin tüm mesuliyetini kadına yıktıktan sonra kendisi “Saldım çayıra
mevlam kayıra” edasıyla tesettürsüz gezmesi, ne ilahi adalete ne de insanlığa sığar. Allah-u Teâlâ örtünmeyi emrederken bile ilk olarak erkeğe emretmiştir. Çünkü genel manada dış dünya ile haşır neşir olan erkektir. Nasıl bir kadın erkeği cezbedebiliyorsa aynı mukabilde erkekte kadını cezbedebilir. Bu sebepten erkeğin her yönden tesettürüne dikkat etmesi icab eder. Rabbimiz Kelam-ı Hakîm’inde erkeklere örtünme emrini;

“(Rasûlüm!) Mümin erkeklere, gözlerini (harama) dikmemelerini, ırzlarını da korumalarını söyle.”[Nur Suresi: 30]

şeklinde telkin ederek tesettürü ilk gözlerden başlatmıştır. Çünkü gözler kalbe giden kapıların anahtarıdır.
İmam-ı Şiblî Hazretleri bu ayeti “Baş gözleri haramdan, kalbide Allah’ın gayrısından koru” şeklinde tefsir etmiştir. Yani sen gözünü haramdan sakınırsan, kalbinin de haramlardan korunması daha kolaydır.
Elmalılı Hamdi Yazır Hazretleri ise “Bir toplumda bozukluk varsa bu kadından önce erkeğin kusur ve hatasındandır.” diyerek erkeklerin evvela kendisine dikkat etmesi gerektiğini bildirmiştir. Allah’ın (cc) bu emri ilk olarak erkeğe vermesinin hikmeti de budur.
Kur’an-ı Kerim’de Rabbimiz;

“Mümin kadınlara da söyle: Gözlerini (harama bakmaktan) korusunlar!Namus ve iffetlerini esirgesinler! Görünen kısımları müstesna olmak üzere, zinetlerini teşhir etmesinler.
Başörtülerini, yakalarının üzerine (kadar) örtsünler…”
[Nur Suresi: 31]

ayetiyle kadınlara örtünmeyi emretmiş ve kendi güzelliklerini gizlemelerini istemiştir. Çünkü en kıymetli, en güzel ve en değerli nimetlerin birer kılıf ile muhafaza edilmesi Rabbimizin sünneti, âdetidir. Misalen bakarsan elmaslar, yakutlar, zümrütler ve diğer değerli madenler torağın derinliklerinde gömülüdür, üzeri örtülüdür. İnciler okyanusların dibinde, istiridye kabuklarıyla korunaklı biçimde saklanmaktadır. Hatta meyveler bile birer kabuk ile dış dünyadan korunmaktayken; Adem’e (as) Havva, Peygamberimize (sav)
Aişe (r.anha), Hazreti Ali’ye (r.a) Fatıma (r.anha) olan; Cennetteki kadınların başına Asiye, Meryem ve Hatice (r.anha) olan; Tarihe yön verecek Fatihlerin, Yavuzların, Kanunilerin ve Abdülhamidlerin kulağına Rabbimizi, Peygamberimizi ilk fısıldayan ve Sırat-ı Mustakim denilen uzunca bir yolun kılavuzluğunu sırtlanmış olan bir kadın, nasıl olsun da art niyetli, şer gözlerin önüne alelade serilsin!
Şimdi siz deyiniz canlar! Tesettür, başımızın tacı, gözümüzün nuru, kalplerimizin süruru (sevinci)
kadınlarımızı değerli kılmak, şahsiyetini korumak ve onu el üstünde tutmak değil de ya nedir?

Fiiliyatın Tesettürü “Usulünce Davranış ve İbadet”

Bir bakıma isminden de anlaşılacağı üzere Fiili Tesettür; Nefsini tutup, kalbiyle aklını kaynaştırıp, üstüne de ziynetini, süsünü takıştırıp bedenini Rabbine arz etme makamıdır. Sonra Hak’tan alınan o feyzi halka aktarmaktır. Yani önce kul olmak, sonra kullara örnek olmaktır “Fiili Tesettür”. Fakat insanoğlu kul olmayı becerse (Namaz, oruç, zekat ve diğer ibadetler) bile örnek olmayı becerememektedir. Konuyu misallerle somutlaştıralım.
Bir ailede her ne kadar “Ben ikisi arasında ayırım yapmam denilse bile” en çok yapılan yanlışların başında “Erkek evlat, kız çocuğundan üstündür, erkek doğuştan ayrıcalıklıdır” düşüncesi gelmektedir.
Kadın hamile, bebek erkek ve herkes mutlu… Bebek doğdu, cinsel organı amcalara gösterildi, evde bir bayram sevinci… Çünkü dünyanın en gerekli organını gördüler. Bebek terledi, çırılçıplak soydular, öyle gezdi evde. Sonra büyüdü sünnet olacak! Davullar, zurnalar, hediyeler ve çocuk “Sanırım bu çok önemli bir organ.” diye düşündü. Üç beş kız vardı mahallede “Hangisini alayım sana” dediler ve çocuk yine düşündü “Sanırım karşı tarafa sormadan seçebiliyorum” Çocuk acıktı, sofrayı kız kardeşleri ve annesi hazırladı, topladı ve çocuk tekrar düşündü “Sanırım kadınlar bana hizmet etmekle yükümlü.” Kalabalık bir akşam yemeği, herkes masaya sığmayacak.
Erkekler ve çocuk masaya, kadınlar yere oturdu. Sonra çocuk yine düşündü “Sanırım önemli olan erkeklerin konforu.” Servis yapıldı önce erkeklere yemek verildi ve çocuk “Sanırım öncelikli olan erkeklerin karnının doyması.” diye düşündü.
Çocuğun kız arkadaşı oldu, bütün sülale duydu, herkes mutlu ve densiz bir amca “Neler yapıcaan bahiim gızlara?” dedi. Anne ve baba “Oğlumdan iyisini mi bulacak?” dediler ve çaresiz çocuk istemsiz gene düşündü “Sanırım en iyisi benim ve kızlara onların rızası olmadan istediğimi yapabilirim.”

Çocuk sonunda büyüdü, arkadaşları ile gezmeye gitti, eve geç geldi.

Kız kardeşleri geç geldiğinde azarlanıp dövülürken o paşalar gibi karşılandı. Çocuk tekrar tekrar düşündü “Sanırım ben eve istediğim saatte girip çıkabilirim.” Kavga etti. Ağzı burnu kan içinde geldi. Anne ve babası “Helal olsun oğluma, koçum benim!” dediler ve çocuk yine düşündü “Sanırım güçlüyüm ve sorunlarımı şiddetle halletmeliyim.” Çocuk bu düşündüklerinin tamamını aklının en karanlık köşesine kazıdı. O çocuk büyüdü, evlendi, iş-güç, para sahibi oldu… Ama bir türlü insan olamadı. Neden acaba? Cevabı belli; Haddi zatından fazla serbest olan bir erkeğin toplumu bu hale getirmesi, elbette o erkeğin olduğu kadar ebeveynlerinde suçudur. Eğer
gerekli özeni gösterip, “Yavrum, erkek adam dediğin şu 5 şeye dikkat eder” diyerek tesettürü anlatsaydı, bu halde olmazdık. Örneklemelere devam, sıra kızlarımızda… Toplumca kızlarımıza tesettür konusunda gerekli açıklama ve bilgilendirme yapılmadan, amacını ve gerekliliğini kavratmadan kapanması gerektiği konusu aktarıldı ve
bir kalıba oturtulmaya çalışıldı. Kızlarımız işin gerçek manasını bilmeden, öğrenmeden tesettüre girdi. Ancak çok az kesimi mevzunun şuuruna vakıf olup kapandı. Bunun en büyük kanıtı ise “Kapalı Kadın” imajı adı altında daracık pantolonlar, etekler, taytlar, dine uygun olmayan başörtüsü şekilleri ve açık bir kadından daha çok dikkat çekecek renkte kıyafetler, feracelerle “Tesettür” kavramını kirleten yeni nesil kızlarımızdır. Ey aile büyükleri! Kızlarımıza kapanmasını veya kıyafetini düzgün giyinmesini değil! Tesettürün gereğine uygun olarak, nefsi, kalbi, aklı, bedeni ve fiillerini ıslah edip Rabbine yaraşır olmayı
öğretin!

Gelgelelim çocuklarına toz konduramayan ebeveynlere…

İnsanların yaptıkları bu hata gerçekten İslam’a zarar vermektedir. Mesela; İmamın kızını veya bir kurs hocasının kızını görürler, hemen “Bak, bak hocanın kızına bak! Kapanmamış dahaa… Ayy! Birde bize nasihat ediyor ilk önce kendi kızını kapatsın” cümlesini yapıştırır. Ancak kendi kızı söz konusu olduğunda “Ay ablaa! Napıyım kız, söz dinlemiyor ki, kocaman kız oldu!” diyerek mesuliyeti üstünden atar. Ey görmüş geçirmiş anne-babalar! Her karga
yavrusunu bülbül sanır, misali yavrumuzu kollamak yerine, onların hatalarını ona gösterip, doğru yolda ilerlemeleri için rehber olmak gerekir.
Ve son olarak şuna değinilmeli ki, “İslamî Davet” söz ile değil, hal ile olur. Yani sen Rabbin için olursan gören gözün, duyan kulağın, tutan eli olur. Artık o seninle duyar, seninle görür, seninle tutar, seninle yürür.
Selam ve Dua ile…
3 Okka Kelam..

CEVAP VER

Please enter your comment!
Please enter your name here

Bu site, istenmeyenleri azaltmak için Akismet kullanıyor. Yorum verilerinizin nasıl işlendiği hakkında daha fazla bilgi edinin.