İhsan Şenocak Hocamız ile Gençlik üzerine Sohbetimiz

0
4725

İhsan Şenocak Hocamız ile Gençlik üzerine Sohbetimiz

Bismillahirrahmanirrahim.

Elhamdülillahi Rabbil alemin..Vessalatü vesselamü ala rasulina Muhammedin ve ala alihi ve sahbihi ecmain.

Değerli İhsan Hocam bize böyle güzel bir Ramazan günü zamanınızı ayırdığınız için öncelikle İkra İlim Meclisi ailesi olarak çok minnettarız.

Malumunuz üzere Ramazan ayının içerisindeyiz. Sizinle yapmak istediğimiz istişare de Ramazan ve gençler, gençlerin imani konularını güçlendirmek üzerine olacak. Zaman çok farklı niteliklere sahip oldu. Öyle bir zaman ki; iyiyle kötü aynı anda birlikte bulunabilmekte ve isteyen istediğine uzanmaktadır. Bu değerli ay, Ramazan ayı inşallah bolca tövbelere ve ümmetin uyanışa nasip olur. Bildiğimiz bir Ramazan kavramı var hocam.

Sizce Ramazan deyince, akla ne gelmeli ve bu ayı hem gençler hem de yaşlılar nasıl idrak etmeliyiz. ?

Ramazan-ı Şerif deyince,Ümmet’in takva mektebine,takva okuluna girmesi; oradan muttakiler olarak mezun olması. Bu çerçevede anlayabiliriz. Yani,muttaki olunca da artık Allah Teâlâ’nın nusretini, yardımını üzerlerinde hissedecekler. Cennet, “Ve uiddet lil muttekîn”(Ali İmran 133) onlar için hazırlanmış, muttakiler için.”İnnallahe meallezine tekav vellezine hum muhsinun”(Nahl 128)  Allah Teâlâ, o muttakîlerle beraber; yani,Cenâbı Hak; onların bir anlamda, gören gözü, işiten kulağı olacak, Hakk’ı söyleyen lisânları olacak. Fakat muttakî olabilmenin yolu; Ramazan Mektebi’nde başarıyla, orada mezun olabilmek. Yani bir anlamda; eskilerin,ulema’nın lisânıyla icâzet alabilmek. Bayram,bu ümmet’in otuz gün tuttuğu oruç’un icazetini aldığı gündür, şehrayindir, bayramıdır. Peki,bu zorluğu, bu meşakkati anlayabilmek, yaşayabilmek, tahammül edebilmek için, bu zorluğa, bu meşakkate açlığa Allah Teâlâ belli bir sınavdan geçen insanlara orucu emrediyor. Mekke-i Mükerreme’de, o sokaklarda kırbaç yiyorlar, sokaklarda süründürülüyorlar, göğüslerinin üzerinde taşlar var. Bilal bin Rebahlar, Habbâb bin Eretler… Bunlar, bu ezalara maruz kalıyorlar. O ezaya maruz kalırken, Cenâb-ı Hak  onlara orucu emretmiyor. Orada pişmeleri lazım; bela kazanında, sıkıntı-musibet kazanında onların pişmeleri, olmaları gerekiyor. Yunus Emre’nin -rahmetullâhi aleyh- ‘Çiğdik, piştik,elhamdülillah’ diyor. Önce pişmek gerekiyor. Mekke’de onlar pişiyorlar. 13 yıl devam ediyor bu pişme. Kur’ân-ı Kerîm onlardan; ‘Ves sâbikûnel evvelûne minel muhâcirîne vel ensâri’ (Tevbe 100) diye bahsediyor. Yani Sabikûn oluyorlar, her konuda önde duracaklar. İslama saldırı olduğunda en önde durabilecekler, o belayı göğüsleyebilecekler, çocuklarıyla imtihan edildikleri zaman, orada kendi mevzilerini terketmeyecekler, dünya malıyla imtihan edildikleri zaman Uhud’da, o tepeden ayrılan okçular gibi ganimet ganimet  deyipte yerlerini bırakmayacaklar. İşte Efendimiz -Sallallahu aleyhi ve sellem-,Mekke-i Mükerreme’de bu has kadronun hamurunu yoğuruyor. Hamurkâr oluyor, yeni bir nesil inşâ ediyor (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) Çölden alıyor,dağdan,bayırdan,deve çobanlığından alıyor onları.Hepsinin tek öğretmeni var,tek mürebbisi var -Sallallahu Aleyhi ve Sellem- Başka bir kaynaktan irfan almıyorlar,başka bir kaynağa ağızlarını,ruhlarını,gözlerini,kulaklarını dayamıyorlar.Tek beslendikleri ilim,fikir,hareket noktasında,amel noktasında beslendikleri tek merci var;ümmi Peygamber.O ümmi peygamber de vahye dayanıyor,Allah’tan alıyor,Cenâb-ı Hak’tan alıyor Efendimiz -Aleyhissalâtu Vesselâm- ümmetine aşılıyor.Onun için Mekke’de okur-yazar insan sayısı;17,fazla değil.Allah Teâlâ böyle bir topluma,ümmi bir peygamber gönderiyor.Ümmi demek;cahil demek değil.Bazı kardeşlerimiz bunu cahillerle karıştırıyor.Ümminin karşılığı;okur-yazar,cahilin karşıtı;alim.Efendimiz ümmi.Peki neden ümmi bir peygamberi seçiyor Cenâbı Hak?Yarın birileri çıkıpta sen bunu,İncil’den,Tevrat’dan,Roma Hukuku’ndan, İskenderiyedeki Romaya ait mekteblerden,üniversitelerden aldın iddiasında bulununca,onun karşısına çıksınlar;Kur’ân-ı Kerîm’de Efendimiz -Aleyhisselâm’ın ümmi olduğunu beyân eden iki tane Â’raf sûresi’ndeki ayetle desinler ki; Hayır,bak bu ümmi peygamber.Mekkede kimse bunun okur-yazar olduğunu söylemedi,söyleyemedi.Neden? Biliyorlar çünkü okur-yazar olmadığını, Allah Resûlu’nün. Eğer peygamber okur-yazar değilse,o zaman bunun irfanının, vahyin tek kaynağı var. Nedir? Allah azze ve celle’dir. İnsanlar neden okur-yazar olurlar? İnsanların bilgilerini, onların bilgilerinin aktardığı o kitapları, metinleri okuyabilmek için ama Peygamberimizin insanların bilgisine ihtiyacı yok ki. O’nun muallimi; Allah -azze ve celle- Ayet-i kerimede,“Vettekullah ve yuallimü kümullah” buyuruyor. Yani;Muttaki olunuz,öğretmen Allah -azze ve celle-olur.Muttakilerin öğretmeni Cenâbı Haktır.O bildiklerimizle amel edince,bilmediklerimizi de öğretiyor.Efendimiz aleyhissalâtu vesselâm’a her şeyi O öğretiyor.Dolayısıyla Efendimiz, bu öğretmen, her şeyi Allah azze ve celle’den alan ümmi peygamber -sallallahu aleyhi ve sellem- Ebu Bekir’i;pazardan,piyasadan tüccar olarak alıyor.Zeyd’i kölelikten alıyor.Haticeyi kadınların safından alıyor.Hazreti Aliyi çocukların arasından alıyor.Hepsini ortak bir dil kullanıyor.Zaman zaman hususi hitapları da oluyor.İşte onları, Hicaz-Nübüvvet Okulu’nda -sallallahu aleyhi ve sellem-, Mekke faslında ,o belalara karşı bir eğitim veriyor onlara,nasıl dayanacaksınız…Ona dayanıyorlar.Yani,dayanmayı öğreniyorlar.Çünkü;bir Ağustos’un sıcağında,sabahtan akşama kadar,göğüsünüzün üzerinde şu kadar taş var,süründürüyorlar sizi sokakta ve ‘Allahu Ekber’ diyorsunuz.İmanın tadını aldınız, o tat bütün bu acıları unutturuyor size.Yüreğinizde zerre kadar bir yüksünme yok,neden ben bu yola girdim diye bir tereddüt hali yok.’Allahu Ehad’ diyor Bilâl-i Habeşi,’Allah birdir,Allahu ekber ‘ diyor.Peki,Medinede oruç farz kılınıyor.Orada bir çadırın altında,Ağustosda yine aynı saatlerde sahurdan iftara kadar aç kalıyor,yemek yemiyor,su içmiyor ama bu o Rabb’in talimatını yerine getirirken,sahurdan iftara kadar belki daha uzun bir zaman aralığında su içmeden,yemek yemeden göğsünün üzerinde taş olduğu halde o Cenâbı Hakk’ın  emrini yerine getiriyor diye işkenceye maruz kalmıştır,dönmemiştir.İman onun bütün hücrelerine,zerrelerine hakim oluyor.O hakimiyetten sonra bunlar hicret ediyorlar,hicrette de büyük bir sınav veriyorlar.Muhacir oluyorlar,annesini-babasını,yerini-yurdunu terkediyorlar.Bunların Medinede kredi kartları,otelde ayrılmış,rezerve edilmiş yerleri,klimalı odaları vs. yoktu.Bİlmedikleri,tanımadıkları bir diyara gidiyorlar.Neden? Allah Teâlâ’nın dinini yaşayabilmek için.İşte o yüreğe Allah ve Peygamber muhabbeti hakim olmuş,o hakimiyet artık onları deli-divaneye döndürmüş.’Muhammedur resûlullâh,vellezîne meahû eşiddâu alâl kuffâri ruhamâu beynehum’ Yani,bir anne yavrusuna ne kadar merhametli olursa,bir kuş anne olunca yavrusu için,kartal başka hayvanları parçalıyor ama yavrusu için, ona merhametinden dağlardan,bayırlardan o yavruyu besleyecek gıdaları alıp getiriyor.İşte anne yavrusuna ne kadar merhametliyse,belki bu ümmet Müslüman olduktan sonra;rengine,ırkına,soyuna bakmadan,kendi aralarında o muhabbeti,o kardeşliği tesis ediyorlar.Fakat karşıda, eğer kafir bir kadro varsa,bunlarda durdukları yerde durmuyorlar,sürekli islama,imana,hakikete bir tecavüzleri,saldırıları varsa onlara karşı da Everes Dağı’nın ihtişamıyla,azametiyle bir bent oluyorlar,önünde duruyorlar.Oradan geçipte İslam’a,oradan geçipte Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm)’in öğretilerine,hakikatine,o hakikatin yansıdığı dünyaya,Medine cemiyetine,cemaatine tecavüzlerine engel oluyorlar.Bedir nedir? O bedenlerini ortaya koyuyorlar,karşıdan gelen bir küfür seli var.Onlar diyorlar ki; Biz Mekke-i Mükerremede ‘Allahu Ekber’i nasıl yasakladıysak,dünyada da yasaklamak istiyoruz.Yani,Allahu Ekber’e biz yeryüzünde özgürlük tanımıyoruz diyorlar.Geliyorlar,Sahabe-i Kiram Efendimiz,yukardan aşağıya freni patlamış gelen bir tır var,sizde bir bebeksiniz,onun tekerliği altına arkadaki o medeniyetinizi,annenizi-babanızı,cemiyetinizi koruyabilmek için kendinizi atıyorsunuz o tekerlerin altına.Durdurabilir misiniz? Durduramazsınız ama diyorsunuz ki Allah -azze ve celle- var . ‘Vallâhu alâ kulli şey’in kadîr’ Ben bu kadar yapıyorum,her şeye kadir olan sensin Yarabbi.Sahabe-i Kiram Efendilerimiz 300 küsür kişiyle bin kişilik küfür ordusu ki;kinleriyle,nefretleriyle,kılıçlarıyla,silahlarıyla geliyorlar,kendilerini atıyorlar onların önüne.Allah Teâlâ da o hasbiliklerine,ihlas ve samimiyetliklerine bağlı olarak onlara büyük bir zafer veriyor.Onlar muhacir oluyorlar,burada bir imtihan veriyolar.Peki Ensar? Onlar da tarlalarını veriyorlar,yerlerini veriyorlar.evlerini veriyorlar.Kimi evinden çıkıyor,muhacir kardeşine evini veriyor,burada kal diyor.Bu paylaşımla onlarda büyük bir imtihandan geçiyorlar,dünya malıyla imtihandan geçiyorlar.Allah Teâla artık bunlar,şimdi oruç emrine muhatap olabilirler.İşte o zaman ‘Yâ eyyûhellezîne âmenû’ diyor onlara ‘in kütibe aleykümüs-siyâmü kemâ kütibe alellezîne min kabliküm lealleküm tettekùn’ Yani,’Yâ eyyûhellezîne âmenû’  diye hitap ediyor ki;bunu sadece siz yapabilirsiniz.Kim yapabilir? Daha zoruna katlananlar,Mekke’de o acıların,ızdırapların içerisinde zerre kadar tereddüt yaşamayanlar,yıkılmayanlar,yılmayanlar…Şimdi oruçla Rabbim bizi imtihan edecek.Nasıl altını alıyorlar,şekil vermek için bir ateşin içine koyuyorlar,sonra şekil veriyorlar.İşte oruç bizi bir ateşin içine koyuyor.Ne ateşinin içine? Açlık ve susuzluk ateşinin içine.Sahurdan iftar vaktine kadar orada eriyecek,nefsiniz eriyecek.Yani ,demiri ya da başka bir madeni koyduğunuz o ateşin içinde onun curuhunu alıyor,eriyor.Eriyince, usta ona bir şekil veriyor.Cenâb-ı Hak da bize bir şekil verecek.Ne şeklidir o? Muttaki olma şekli,’lealleküm tettekùn’ Efendimiz-sallallahu aleyhi ve sellem- Sahabe-i Kiram Efendilerimize orucu buradan anlatınca onların tamamı bir anda teslim oluyorlar.Çünkü zaten istiyorlar,namazda istiyorlar,oruçta istiyorlar.Daha sonra onlara hac emrediliyor.Hac da kalkıyorsunuz,Arafattan Müzdelifeye,Müzdelifeden Minaya,Minadan Kabe-i Muazzamaya geliyorsunuz.25 kilometrelik bir koşu var.Koşuyorsunuz,geliyorsunuz,Beytullah Allah’ın evine,Cenâb-ı Hakk’ın evine gelip oraya, örtüye yapışıyorsunuz.Ben geldim Ya Rabbi.25 kilometreden koşarak geldim,arabaya-vasıtaya binmeden geldim.Huzuruna kendimi attım.Burada bu yorgunlukla aslında nefsimi erite erite burada şimdi bir kalıba girmeye geldim.Sezai Karakoç diyor ya; Sahurdan iftara kadar her müslüman bir kalıba girer,o kalıba girip bir şekil alıyorsunuz.Allah Teâla bizi bir kalıba koyuyor.Müslüman,sahurdan iftara kadar bu şuuru kaybetmeyecek,bilinci kaybetmeyecek.Bilincini kaybeden mükellef değil,deli mükellef değil.Neden? Bilincini kaybetti.Yani,o namazla,oruçla sorumlu değil.O halde bizde,o bilinç halini orucun her saniyesinde saklama mecburiyetimiz var.Neden ben oruç tutuyorum? Allah Teâlâ benim içimde, gözümde,kalbimde,kulaklarımda vs.bütün o organlarımda,azalarımdaki bütün o kiri,onları temizlemek için beni şimdi eritiyor.Nefis aç kalınca eriyor,beden aç kalınca eriyor.Erimek,Allah azze ve celle’ye teslimiyetigetirir.Namazda şimdi ellerimizi bağlıyoruz,sonra secdeye gidiyoruz.Secde neyi anlatıyor? Artık senin huzurundaki teslimiyet halimi,bu yıkılmadan başka türlü ifade edemem.Lisan burada gücünü,kuvvetini kaybetti.İşte beden dilimle ifade ediyorum ya Rabbi.Bu varlık senin karşında böyle teslim oldu.Peki bu teslimiyet neyi getirecek,niye teslim oluyoruz? Kur’ân-ı Kerim Allah Teâlâ’nın talimatlarını bize bildiriyor.İşte bu talimatlara benim cevabım budur, Ya Rabbi.Oradan emir geliyorsa,emir sizden geliyorsa,bu talimatlar karşısında zerre kadar bundan sonra itirazım olmayacak Allah’ım.Her secdeye varışımız,her oruç tutuşumuz,hacca gidiş,o yürüyüşler hep bunu anlatıyor bize.Onun için,ibadette bir meşakkat var,ne kadar meşakkat varsa,o kadar ecir var,o kadar sevap var,o kadar bereket var.

 

ihsan hoca

—————————————————————————————————————————————–

Gençler hakkında konuşacak olursak hocam. Çok sıkıntılar olduğunu görmekteyiz. Ama ümitisiz değiliz tabii ki… Çok değerli kardeşlerimiz var. Örneğin bir genç kardeşimiz şu şekilde bir soru soruyor.

 Ramazan ayı gelmeden önce oruç tutmaya ya da ibadet etmeye hevesli oluyorum. Tövbe de etmek istiyorum. Fakat daha sonra çok zorlandığımı görüyorum. Bundan sonra da kendimde bu istekleri kaybettiğimi görüyorum.
      Hocam böyle bir gence ne tavsiye edersiniz. İbadetlerinde zevk ve huşu içinde olması için ne yapmalı?

Huşu,Allah (azze ve celle)’dan başka neler varsa onları terk etmek, yani, masivadan kopmak.Namaza geldiğimizde, namaza başlarken ‘Allahu Ekber’ diyoruz.’Allahu ekber,sen en büyüksün ya Rabbi.’ Yani, dışarıda patron var, müdür var,amir var,vesaire var.Onların bir takım ifadeleri var,talimatları var.Belki o talimatlar, Kur’ân-ı Kerîmdeki emirlerle çatışabilir ama ben Kur’ân-ı Kerimi sadece okunan bir kitap olarak görmüyorum Ya Rabbi,O’nu ümmetin Kanun-i Esasisi olarak görüyorum.Her durumda uymamız gereken esas metin olarak görüyorum.Hayat onun etrafında dönüyor,ben bu kitabı bu şekilde anlıyorum’diyoruz biz Cenâb-ı Hakkâ…Allahu Ekber’de hem elimizle hem lisanımızla bunu teyit ediyor,bunu tevsik ediyor.’Allahu Ekber’ derken,İmam Mergînânî Hidâye müellifi diyor ki; Eli kaldırdıktan sonra,’Allahu Ekber’ diyeceksiniz,namaza başlarken.Neden eli kaldırdıktan sonra ‘Allahu Ekber’ diyoruz? Yani,bu dünyayı artık reddediyorum.Şimdi bundan sonra,dünyanın değer yargıları var.Dünyanın değer yargıları nedir? Mala bakar,bir devleti değerlendirirken,bir insanı değerlendirirken,onun ticari hacmine bakarlar,itibarına bakarlar,soyuna bakarlar,nesebine bakarlar vesaire.Buna göre bir kıymet verirler.Peki artık o yok ya Rabbi.’Allahu Ekber’ diyeceksiniz.Bu bütün değer yargılarını attınız,zihninizde bir anlamda bir temizlik yapıyorsunuz.Onu yaptıktan sonra,elinizi buraya getiriyorsunuz,zihinde bu temizliği yapıyorsunuz.Taurus sweyn diye bir takım hareketlerle bedeni tedavi ediyorlar,belli hareketler var,onları getiriyorsunuz,güç topluyorsunuz.Biyoenerji’nin farklı bir türü diyebiliriz ona.Burayada müslüman elini getirirken,sanki zihni temizliyor.Böyle getiriyorsunuz,’Allahu ekber’ ama demiyorsunuz daha.El burada,zihinden dünyayı attınız artık,alakanız kalmadı.Şimdi ‘Allahu Ekber’ diyorsunuz. İrtibatı kopardıktan sonra,’Allah en büyük’ diyorsunuz.Artık şimdi benim namazıma müdahil olma.Oruca başlarkende niyet ediyoruz. Ne zamandan? Makbul olan,geceden niyet etmek ama farz oruç olunca Dahve-i kübrâ dediğimiz,şer’i gün var yani nehâr-i şer’î dediğimiz şer’i günün ortasına kadar niyet edebiliriz.Farz oruca,muayyen bir adak olursa veya nafile oruçlara.O da ne kadardır? İmsak vaktinden başlar,güneşin batmasına kadar olan süreye şer’i gün diyoruz.Nehari şer’i diyoruz.Peki bunun tam ortası da Dahve-i kübra dediğimiz büyük kuşluk,o da öğleden yaklaşık 1 saat önce,öğle ezanından 1 saat önce kadar birisi farz orucuna,nafile oruca ya da şu günde oruç tutacağım dediği muayyen bir adağı varsa,ona da bu kuşluk vaktinden önceye kadar niyet ederse,niyeti kabuldur ama baştan beri niyet edecek ve o ana kadar bir şey yememiş olacak,imsaktan o ana kadar bir şey yemeyecek.Peki ama kaza orucu böyle değil,ona akşamdan niyet etmesi gerekiyor.Peki ama makbul olan hepsine geceden niyet ediyorsun.Neden niyet ediyoruz? Bir defa biz bunu adetten ayırıyoruz,bu bir ibadet.Ben bu ibadeti arınmak için yapıyorum ve orucun her saniyesinde,birinci sorudada ifade ettiğimiz gibi; ‘Ben kulum ya Rabbi,kul sana teslim olur,emrine teslim olur.Ben Abdullahım ya Rabbi,kendimi sana izafe ediyorum,sana isnat ediyorum.’ Efendimiz (aleyhissalâtu vesselâm)’e  o şekilde bir rivayet var; Miraçta ona soruluyor : Cenâb-ı Hakk : ‘Bimâ uşerrif’u?'(Seni neyle teşrif edeyim?) Efendimiz,kulluğu istiyor.Yani,Allah (azze ve celle)’a ait olabilmek.Zaten bizi dünyaya O’na ulaşmak için gönderdi,ahirette Ru’yetullah var.Allah (azze ve celle)’ın cemâlini görmek var,o cemâlle müşerref olmak var.Biz oradan buraya sürgüne geldik.Hazreti Adem aleyhisselâmla,Cennetten Dünyaya insanoğlu sürgüne geldi.Onun için, ‘Kâlâ rabbenâ zalemnâ enfusenâ ve-in lem taġfir lenâ veterhamnâ lenekûnenne minel hasiriyn.’ Hazreti Adem,eşi Havva ile hep böyle yalvarıyor Cenâb-ı Hakk’a.Neye? Affa yalvarıyor,bir de oraya dönmeye yalvarıyor.İnsan,sürgünden geldiği o ana yurdu olan Cennet’e dönmek için.Bütün bu ibadetleri niye yapıyoruz biz? Öz ülkemiz olan,ana yurdumuz olan Cennet’ê dönebilmemiz için.Bu ibadetler bizim dünyaya bağlanan,bağlanma vasıtası olan,nefsin bize verdiği,şehvetin verdiği ne kadar kayıtlar,zincirler varsa,onları çözecek,onları kıracak ve ölüm gelecek.Ölüme,’Şeb-i Arus’diyor ya Mevlâna (rahmetullâhi aleyh) Efendimiz -aleyhissalâtu vesselâm- da son anında Aişe Annemiz’in göğsü üzerine mübarek başını koydu.Hazreti Aişe radıyâllahu anh dua ediyor.Efendimiz de Refik-i A’la diyor,en yüce dostu istiyorum.Artık öyle dua etme,şimdi gidiş zamanı.İmam-ı Rabbani de(rahmetullahi aleyh) ‘El-Mevtu Cisrun Yusilul-Habibe İlel-Habibi’ (Ölüm,dostu dosta taşıyan bir köprüdür.) buyuruyor.Yani,’Allâhu velîyyullezîne âmenû’ (Allah ehli imanın dostudur.) Peki ölüm geliyor,ölüm meleği geliyor.Alıyor dostları buradan,Rabbin katına götürüyor.Yani,irtihal hadisesi yaşanıyor.İrtihal,dünyadan ahirete göç başlıyor,berzah’a,oradan ahirete.O zaman müslüman zaten bunu istiyor.İbadetlerle Cenâb-ı Hakk’a ulaşma arzusu,gayreti içerisinde,o himmette.’Allahu Ekber’ le ;Hadi dünya seninle olan rabıtalarım,en azından namazla bütünüyle bitti.Oruca başlıyorsunuz.Niyetle başlıyorsunuz.’Ya Rabbi işte,lisanı halimizle.’Kalkmak da bir niyettir,sahura kalkmak da bir niyettir.O niyetle artık kopuyorsunuz,normalde helal olan yaptığınız şeyleri yapmıyorsunuz.Yemek yemek ne? Helâl değil mi, ama kendinizin,onu kazandınız ama yiyemiyorsunuz.Su sizin,içebilirsiniz ama içmiyorsunuz.Adam evde,hanımı orada.Bİrlikte olabilir veya kadın eşiyle,olmuyor,olamıyor.Neden? Diyor ki: “Ya Rabbi! Ben şunu bu halimle şunu anlatıyorum:’Bu yemek benim, yemiyorum,ben bir irade sınavına girdim.Sana teslim olmak yani,sana teslim olma sınavına girdim.” Bir doktora gitsek,doktor bize bir liste verse,dese ki ; şunları yemeyeceksin,yediğin zaman işte şekerin şuraya gelecek,kalbin duracak vesaire.Çok uyarıcı,uyarı değeri yüksek ikazlarda bulunsa,adam evine dönse,dostlarıyla bir meclis olsa,onlar da kendisine zarar verecek gıdaları sofraya koysa,alır mı onları ? E bir defadan bir şey olmaz der alır ama hiçbir müslüman 30 gün ya da ay ne kadar sürüyorsa 29 da olabilir,Kameri aylar malumunuz.O zaman zarfında,sahurdan iftara kadar bir defadan bir şey olmaz diye ağzına ne bir bilerek yudum su alır ne ekmek alır.Çünkü bu talimat yer ve göklerin sahibi Allah (azze celle)’dan geliyor.Hazreti Bilâl gibi olacak,,Sümeyye gibi olacak,Aişe gibi olacak,Fatıma gibi olacak(radıyallâhu anhum).Bunlar gibi olabilmenin sınavına girdik biz yani o iradenin içindeyiz.Bu şuurda olursak,o zaman o ibadetten haz alacağız.Bu oruç bizi nereye taşıyacak,nereye götürecek.? Bu ekmek senin,yemiyorsun.O zaman diyorsun ki: ‘ Ya Rabbi! Ben kendi ekmeğimi senin talimatın diye yemiyorum da…Yetimin malına elini uzatma diyorsun,başkasının malını alma,yeme-islam’ın kesin talimatları-kendi ekmeğimi,sahurdan iftara kadar alıp yemiyorum da;başkalarının,başkalarına ait olan malı,mülkü,onu alır,talan eder miyim,yer miyim ya Rabbi.! İşte eğer bende hatalar varsa,bütün bunlardan tevbe ediyorum.Kendi hanımımla sen emrettiğin diye birlikte olmuyorsam,sahurdan iftara kadar.Başkasının eşine,kızına,sokakta kadınına gözümü çevirir de bakar mıyım ya Rabbi! Eğer şimdiye kadar olduysa,bütün bunlardan tevbe ediyorum.” Yani,oruç tutarken müslümanın zihin dünyasında bütün bu manalar olmalı.İşte o zaman o bela kazanında,yandıkça arındığını hissedecek.Kirlerin kendinden gittiğini hissedecek.İşte o zaman Yunus gibi diyecek ki:”Yandık,piştik,olduk Elhamdülillah.” Olacak inşâallah,olmak için oruç tutuyoruz.


 

—————————————————————————————————————————————-

Hocam başka bir genç kardeşimizde şöyle bir soru soruyor:

Ben ibadetlerimi yapmaya çalışıyorum. Mümkün mertebe camilere namazlara gidip Kuran-ı Kerim ve mealini okuyorum. Dini eserleri okuyorum. Sohbetlere gitmeye çalışıyorum. Ama bazen öyle oluyorum ki camiye giderken bile, zorla gidiyormuşum gibi bir his oluyor içimde ve kendimi kötü hissediyorum. Aslında gitmek istemediğimi düşünüp kendimi zorla götürdüğümü düşünüyorum. İyi bir örnek değilim. Böyle olunca da kimseye imanı konuda faydam olmadığını düşünüyorum. Sonra her şeyden soğuyorum.

        Benim imanımla ilgili bir problemim mi var.?

Efendimiz (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) Medine-i Münevvereye hicret edince,ilk olarak Mescid-i Nebeviyi inşâ ediyor.Efendimiz aleyhisselâm hadis-i şerifte buyuruyor ki:”Bana bütün yeryüzü temiz kılındı.“Ve cuilet liye’l-ardu mesciden ve tahûran” diyor.Peki her yerde namaz kılabilir ama buna rağmen Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem) ilk iş olarak Mescid-i Nebeviyi yapıyor.Seheli,Süheli adındaki iki yetimin arsası alınıyor.Hazreti Ebubekir Efendimiz parayı veriyor.Başka yerler var,o arsalar birleştiriliyor.Mescid-i Nebevi yapılıyor.Efendimiz çalışıyor,sahabe bizzat onun inşâsında görev alıyorlar.Neden yapıyor? Çünkü şunun için; Mescid,ümmeti bir araya getirecek,tek noktada toplayacak,toparlayacak.Sinâ çölünde siz bir komutansınız,orduyu sevkediyorsunuz,karşıda düşman birlikleri var.İngilizler vesaire.Hafizanallah,orayı işgâl etti.Böyle düşünün.Peki orada bir karargâh merkezi var.Bütün o diğer birimler,birlikler,taburlar,tugaylar,karargâh merkezine bağlı.Orada başkomutan var,başkomutana oradan sürekli bilgi veriyorlar.O ordu eğer bu disiplin içerisinde ilerleyişini,Sinâ çölünde yaparsa,muzaffer olabilir.Fakat,her birlik kendinden kopuk, o şurada,şu burada bu şekilde bir muharebe plânları varsa onları çöl ya da düşman yutacak, yok edecek.Arakan’dan Üsküp’e kadar,Cebelitarık’a kadar müslümanların camileri var.O camiler,birlik gibi,tabur gibi,tugay gibi.Peki bunların karargâh merkezi neresi? Kâbe,Beytûllah.Herkes oraya yöneliyor.Orası Kur’ân-ı Kerim,Efendimiz (aleyhissalâtu vesselâm)’in sünnetini bize orası getirdi.Dolayısıyla biz, tek noktadan idare ediliyoruz,tek merkezimiz var,tek kıblemiz var yöneldiğimiz.Oradan halimizi Allah (azze ve celle)’a arz ediyoruz.Efendimiz (sallalahu aleyhi  ve sellem) o karargâhı inşâ edebilmek için Medine-i Münevvereye geldiklerinde ilk olarak Mescid-i Nebeviyi yapıyor.Herkes buraya gelecek,çocuk gelecek,yaşlı gelecek,büyük gelecek.Ümmet olduğumuzu anlayacağız.Yani,bu kardeşim evinden çıkarken,iş yerinden,okulundan nereye gidiyor? Ümmetin karargâhına gidiyor,merkezine gidiyor yani.Peki o merkezde kim var ? İrandan Selman-ı Farisi var,Efendimiz’in karargâhından.Habeşistan’dan Bilal bin Rebah var,Suheyb-i Rûmî var,Kureyş’ten Ebubekir Radıyallâhu anhûm var.Onlar,Efendimiz (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) tek safta topladı.Tek safta toplama hâliyle ne diyorsunuz? Artık biz kast sistemine,insanların nesebine,soyuna göre değerlendirilmesine külli anlamda itiraz ediyoruz,kabul etmiyoruz.İşte fiilen bunuda ispat ediyoruz.Siyah kadının oğlu Zeyd,bizim yanımızda, burada.Belki Ebûbekir’in yanında,belki gün gelir; Ebûbekir (radıyallâhu anh)’in önünde durabilir.Bunlar Allah Teâlâ’nın takdiri.Tabii,sahabe sıralamasında Ebûbekir Efendimiz en üstte de ama Zeyd bin Harise de,Ebûbekir’e imamlık yapabilirdi,geçseydi hiç bir problem olmazdı,namaz kıldırırdı.Pekii,camii bize bunu anlatacak.Bunu anlatsın diye,Efendimiz (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) ümmetin hamurunun yoğurulduğu bir kazan olarak,ilk olarak Mescid-i Nebeviyi yapıyor,onları ümmet yapıyor.Ensar ile Muhacir’i orada birleştiriyor ve biz bu şuurla,bu anlayışla,bu akîdeyle camiiye gidiyoruz,orada namazlarımızı kılıyoruz.Camiiye girerken ayakkabılarımızı çıkarıyoruz.Neden ayakkabılarımızı çıkarıyoruz? Dünyalık olarak çıkarabildiğim bunlar.Hazreti Musa da Cenâb-ı Hakk’tan vahyi alırken; ‘Fahlâ’ na’leyk’ (Ayakkabılarını çıkar) diyor ona, Cenâb-ı Hak emrediyor.Yani,artık dünya ile irtibatı,alâkayı kesiyorsun,camiidesin.Önde apartmanları temizleyen bir erkek kardeşimiz var,camiiye geldi.Sizde şehrin valisisiniz.Normalde vilayet merkezinde protokol vardı,siz oturuyordunuz en önde ama şimdi önce kim geldiyse,o oturuyor.Camiide, yani o saflar, o saflar aslında , o sessiz halleriyle sürekli konuşan bir muallim gibi.O duruşlar,oluşlar,yönelişler,rükû,secde hâlleri hep bize konuşuyor.Yani,siz bir ümmetsiniz ve kulsunuz diyor.Şerefi,izzeti burada arayacaksınız.Namaza duruyoruz,sanki bir harp hali gibi,omuzlarımız birbirine değiyor.Sahabe-i Kiram Efendilerimiz’in elbiseleri,omuzlarından yırtılır,omuzlarından sökülür.Yani,kimler gelirse bize ya Rabbi! Biz bir defa ‘Allahu Ekber’ dedik namaza başlarken.Eğer hakkı,hakikati,adaleti,insanların hukukunu çiğneme adına kimlerin bir tecavüzü varsa, şu safta nasıl duruyorsak;zulmün ve haksızlığın karşısında işte bu şekilde duracağız.Onun için Efendimiz (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) saf düzeniyle alâkalı çok ikâzları var.’Suddûl halel’ (boşlukları kapatın) buyuruyor .’İstevû sufufeküm’ (Düz durun,saflarınızı düzeltin.) Namaza başlarken, her namaza başlarken; Efendimiz (Sallallahu Aleyhi ve Sellem)’in saf düzeniyle alâkalı tembihatı var.Küçük çocuk büluğ’a ermediyse,safın ortasında durmaz.Nerede durmalı? Onu,lisânı hâliyle,tebessümle,bir büyük alır veya babası onunla birlikteyse safın en kenarında durur.Yani,o muharebe hâlini bütün müslümanlar yaşasın diye.Bir muharebe halini küçük çocuğu cephenin önüne koyar mısınız? Koymazsınız.Onun için kadınlar  arkada dururlar,erkekler önde dururlar.Yani,şeytana karşı,nefse karşı ve yeryüzüne kimler  zulmü getirecekse,hakim kılacaksa,onlara karşı bir duruşumuzun olduğunu gösteriyoruz,bu bentler aşılmaz diyoruz,geçilmez diyoruz.Pekii,sonra…İşte bunları düşünerek bu kardeşim camiiye geliyor.Namaza başlıyor,Fatiha okuyor.Namazdan zevk alabilmesi içinde şunlara dikkat etmesi gerekiyor:Kimin huzurunda? O Allah bizi huzuruna kabul etti.Peki her namazda Fatihayı okuyoruz.Kim okuyor? Kadın okuyor,yaşlı okuyor,çocuk okuyor,imam okuyor,herkes Fatihayı okuyor.Yani Fatiha,bütün insanlığın ortak halini Allah’a arz metnidir.Yeryüzünde böyle başka bir metin yok.Yani cumhurbaşkanın dili farklıdır,devlet dili farklıdır,çobanın dili farklıdır,babanın oğluna dili farklıdır,eşin kocasına dili farklıdır,yani,kadının dili farklıdır ama öyle bir lisân ki; Bangladeşte de ‘Elhamdûlillâhi Rabbi’l Âlemin’ diyorlar,İngiliz Müslüman olunca,o da ‘Elhamdûlillâhi Rabbi’l Âlemin’ diyor.Kâbe-i Muazzama’nın etrafında bakıyorsunuz.Kiminin rengi siyah,kimi beyaz,kimi sarı…ama hepsi Rabça konuşuyor,’Elhamdûlillâhi Rabbi’l Âlemin’ Aynı lisânla.Yeryüzünde yok böyle bir şey.Farklı ırklar,farklı coğrafyalar,farklı desenler,farklı yüzler ama aynı lisân,aynı yalvarış,aynı yakarış,’Allahu Ekber’ ,’Elhamdûlillâhi Rabbi’l Âlemin’ Onun için Üstad Necip Fazıl, Arapça’ya,’Rabça’ der.Yani,Allah’ın lisânıyla,Kur’ân-ı Hakîm’in lisânıyla ‘Bi lisanin arabiyyin mubin.’ Yani,Kur’ân-ı Hakim’in apaçık Arapça olan o Kur’ân-ı Hakîm’in lisânıyla Fatiha ki o lisânda onunla Cenâb-ı Hakka yalvarıyoruz.Peki,ne diyoruz? Önce; ‘Elhamdûlillâhi Rabbi’l Âlemin.’ Huzurdayız,elimiz önde bağlı,kemâli edeple duruyoruz.Diyoruz ki:’Elhamdûlillâhi Rabbi’l Âlemin’ Zevk alamayan kardeşim bunları düşünecek.Ya Rabbi! Sen sadece Arap’ın,Türk’ün,Kürt’ün,İngiliz’in değil,Alemlerin Allahısın.Rab,mürebbi,terbiye eden demek.İşte sen o Rabsın.Bende senin huzuruna geldim.Biraz önce okuldaydım;okulda yanlışlarım oldu,işte yanlışlarım oldu,babaydım;çocuğuma karşı hatalarım olmuş olabilir,eştim;evde sesim haksız olmama rağmen yükselmiş olabilir.İşte bütün bunlardan tövbe edip de huzuruna geldim,terbiye olmaya geldim.’Elhamdûlillâhi Rabbi’l Âlemin’  Çünkü sen mürebbisin,alemlerin mürebbisi,alemleri terbiye eden sen.Bir karınca var,yavrusunu beslemeyi ona öğreten sensin.Bir buğday toprağa düşünce,o arpa olarak boy vermiyor.Afrikadaki toprakta da,Asyadaki toprakta hep bu buğday oluyor.Onun içine bir gen mühendisi koydun,şaşırmadan milyonlarca sene aynı ödevi yerine getiriyor,onu sen terbiye ettin.O halde bende ruh var,nefis var.Şimdi bu nefsimide o karınca gibi,buğday gibi; nasıl onlar istikametten çıkmıyorlar,kainatta var olan her şey durmadan,duraksamadan seni tesbih ediyorsa,bende o tesbih ödevini almaya geldim ya Rabbi. ‘Elhamdûlillâhi Rabbi’l Âlemin’ işte sayıyoruz sonra, Er Rahmani’r-Rahîm.Maliki yevmiddîn.Din gününün sahibi,başka kimse konuşamaz,söz sende;hüküm sende.Şimdi biliyorsun ki,sizi bu kurtaracak.Kim? İbrahim,Bilâl kardeşim kurtaracak.Başka birisine gider mi? Sizin milyon dolarlık bir borcunuz var,İbrahim kardeşim hasbi olarak onu tekeffül ediyor,ben vereyim diyor.Artık başka birisine gitmezsin.Bilâl kardeşim,sen bunu karşıla dersin.Karşılıyor,o da gönül koymasın dersin,bütün bunları yapsın diye.Maliki yevmiddîn.Rahman o,Rahim o ,Rabbil alemin,Alemlerin mürebbisi o,ahirette o hesap gününün maliki,sahibide o.O hâlde bana ne düşer? Sen buysan ya Rabbi! Bu sıfatlar,bu isimler,bu duruşlar sana aitse ya Rabbi! O halde bende şunu söylerim;“İyyake na’büdü ve iyyake nestain” (Asla senden başkasına ibadet etmem,etmeyiz ya Rabbi.Sadece senden yardım ister,sadece sana ibadet ederiz.) Ebu’l-Hasen en-Nedvi(rahmetullâhi aleyh),Nedvetül Ulema’nın eski imamlarından.Vefat etti,biliyorsunuz.Mütefekkir,alim,muhaddis,bir alim-i Rabbaniydi o.Hocalarından bahsediyor.Yani,hocalarının hocalarından.Rahatsızlanmış,80küsür yaşında.Talebeleri koluna girmişler,onu alıp bir Budist doktora götürmüşler.Budist doktor onu tedavi edecek,avluda bekliyor.İçerden çıkıyor,kapıda putlar var,putlara ibadet ediyor sonra bunun yanına geliyor.Talebelerine diyor ki : ‘Hadi alın beni,eve götürün.’ Hocam,diyorlar.Tedavi olmak için şu kadar kilometreden geldik,yolları aştık,yürüyemiyorsunuz,araba yok.İşte onlar,ona koluna giripte  o halde belki ayaklarını sürükleye sürükleye o kadar mesafeyi katetmesine yardımcı oldular.Hayır,diyor.Akşam ben namaz kılacağım,namazda Rabbime yine söz vereceğim.Vitir namazında“İyyake na’büdü ve iyyake nestain” Bütün namazlarda bunu söyleyecek.Yani,fatihadaki bu ayeti okuyacak ama bir de vitir namazında ‘ve nahleu’ ve netrükü men yef cürük’ sana isyan edenleri terketmeye,onlardan uzaklaşmaya dair ahdim var, sözüm var,söz veriyorum ya Rabbi her vitirde diyorum kunut duasını okurken.Peki ben putlara tapan,ona secde eden adamdan medet umuyorsam,yarın akşam Rabbime hangi yüzle  ben sana isyan edenleri terkediyorum,onlardan uzaklaşıyorum diyebilirim? Yani,namaz böyle bir söz verme hâli.Kime söz veriyoruz? Maliki yevmiddîn’e,Rahman ve Rahim olan,Rabbil Alemine söz veriyoruz.“İyyake na’büdü ve iyyake nestain,İhdinessırâtel Müstakîm!” Ya Rabbi ! Ben bu yollarda yalnız yürüyemem,beni Sıratı müstakime ulaştır.Hem öyle bir ulaştır ki..Sırat kelimesi,aslında ‘Sin’ledir.Sonra bir takım değişikliklerle ‘Sad’ oluyor,Arapça’nın özelliğinden dolayı.Böyle yolda insan yürürken,sırat,dümdüz bir yola baktığınız zaman;yürüyen bir adam uzaklaştıkça sizden ufka doğru gittikçe, sanki yol onu yutar,kaybolur yolda.’Sırat’ yutan,içine alan demek.İnsanı yutuyor,sırâtel Müstakîm! Bu yol ya Rabbi,beni içine alsın,yutsun beni İslam,sırâtı Müstakîm’in içine gireyim,bu kazana gireyim,eriyeyim,yeni bir hâl alayım,yeni bir şekil alayım,artık nefis bundan sonra ruha taarruz da bulunamasın.Onun saldırılarına karşı,ruhun korunaklı bir bölge edinsin kendine,orada kalsın,dursun diye.”İhdinessırâtel Müstakîm!” Sıradan bir yol değil,bizi içine alacak,burada yutacak sonra Cennet’e teslim edecek bir yol.Burada alacak,karşıda Cennet’e çıkaracak bir yol.İşte bu şekilde yalvarıyoruz.Yetmez diyoruz ya Rabbi,bu kadar yalvarma.Fatiha’dan sonra birde Kur’ân-ı Kerimden belli ayetler okuyoruz veya kısa sureler okuyoruz.Artık kendimizden geçiyoruz,rükû’ya gidiyoruz sonra secdeye kapanıyoruz.Sanki ayeti kerime ‘vescüd vaktarib’ diyor bize,’Secde et,yaklaş,bana doğru yaklaş’ diyor.O yaklaşmanın aşk ve heyecanıyla kendimizi secdeye atıyoruz,kapanıyoruz secdeye.Tabi bu secde ayetiydi,bir secde yaparsınız.Bu kelimeden dolayı inşâallah.Şimdi bu kardeşimiz,bu şekilde geldi camiye,namazı kıldı,secdede bunları yaşadı sonra tahiyyata oturdu.Tahiyyatta da ‘Ettehiyyatü Lillahi vessalavatü vettayyibatü’ orada diyor ki: Efendim,kalple,dille,bedenle,malla,dille,malla,bedenle,dilimizle,bedenimizle ve malımızla yapılan bütün ibadetler sadece senin için ya Rabbi,yalnızca senin için.Birileri görsün,birileri takdir etsin,belge- plaket versin diye değil ya Rabbi.Sonrada Efendimiz’e selam veriyoruz.’Esselamü Aleyke Eyyühen Nebiyyü.’ Onun üzerine olsun değil,senin üzerine olsun Ya RasulAllah! Sanki öğretmenimiz,muallimimiz,başöğretmenimiz Hazreti Muhammed (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) önümüzde imam,onu selamlıyoruz,onu selamlar gibi oluyoruz,o hali yaşıyoruz ya da yaşamaya çalışıyoruz.“Esselamu aleykum ve rahmetullah, Esselamu aleykum ve rahmetullah”  Şimdi bu terbiyeyi aldık ve dünyaya dönüyoruz.Sağda mahalledeki kardeşlerimiz var,solda diğerleri var.Artık onlara diyorsun ki: Ben namaz kıldım,Rabbimin talimatlarını aldım,ona teslim oldum,secdeye gittim.Efendimiz aleyhisselâm ile beraber oldum,onu selâmladım.Artık ben eski Onur değilim,eski Bilâl, eski Mehmet değilim arkadaşına diyorsun ben eski bu değilim ey  Ahmet ey Muhammed diyorsun.Bende artık Kur’ân-ı Hakim’in,bende İslamın değerleri var,o değerlerle sana bakacak.İşte o değer,orada,yan tarafta bir hammal varsa,o hammala bundan sonra Efendimiz’in (aleyhisselam) ashabı o hammallara nasıl bakmışsa öyle bakmayı telkin edecek.Mahallede açlar,yetimler,biçareler varsa onların imdadına koşmayı anlatacak sana.Hani cami karargâh merkeziydi,o karargâhtan idare edecektik.Dolayısıyla mahalledeki herkes,erkekler,o camiye geliyor.O camide onlarla beraber oluyorsunuz,namaz kılıyorsunuz,selam veriyorsunuz.Artık herkes o karargâha ait olan bütün müslümanları tanıyor.Onların sıkıntıları,sorunlarını onları camide konuşuyorlar.Camiden çıkarken konuşuyorlar.O değerlerle,onların hem kendi işlerini yapacaklar,nafakalarını kazanacaklar ama aynı zamanda onların da imdadına koşacaklar.Sahabeye,Medinelilere,Evse,Hazrece ne diyor İslam? Ensar diyor.Neden Ensar ? Çünkü camiden çıkarken Muhacir’in imdadına koştu onlar.Evleri yoksa ev verdiler,bahçeleri yoksa,bahçe verdiler Ensar.Yani biz camiye kardeşlerimiz için Ensar olmak aynı zamanda bunu da kuşanmak için geliyoruz.Namaza gelme noktasında sıkıntı yaşayan kardeşim.Namaza dair işte bunları düşünürse Allah Teâlâ’nın inayetiyle,o iş  bitse de namaza gitsem,iş bitse de nafile kılsam.Değil farzları böyle daha çok nafile kılacak.İşte o zaman Efendimiz -aleyhisselâm- gibi namaz kılarken sabahlara kadar ayakta uzun durdu diye belki ayakları şişecek.Allah Teâlâ o ruha erişmeyi hepimize ihsan eylesin.

 

—————————————————————————————————————————————

Başka bir kardeşimizde şu şekilde bir sorunu olduğunu paylaşıyor:

Ehli sünnete göre yaşamaya çalışan bir gencim. Rabbime her gün dua ediyorum imanı mı artır diye. Fakat öyle bir an geliyor ki tövbe ettiğim halde daha önce işlemiş olduğum günahlarım, önüme, gözüme, hatırıma geliyor. Ben her tövbemden sonra yaptığım hataya çok üzülüp dert etsem de öyle bir an geliyor ki yine kendimi o günahı işlemiş buluyorum. Bu sebepten dolayı hiçbir zaman Salih bir kul olamayacağımı hatta münafık olduğumu düşünüyorum. Ama ne zaman bunu düşünsem kendimi boşlukta buluyorum ve daha çok günaha meyil ediyorum.

 
        Hocam böyle bir genç için tavsiyeniz nedir?

Şimdi,Ramazan-ı Şerîfteyiz.Sanki her taraftan şu ayetler okunuyor.Ruhlarımız bu ayetlere oturmuşlar,onlara mülâki oluyorlar,onları dinliyorlar ; ‘lâ taknetû min rahmetillâh’ (Allah’ın rahmetinden umudunuzu kesmeyin.) Bu âyeti kerime,belki bu kardeşimizden daha fazla günaha batan insanlara hitap ediyordu.Yani,göklerin kapısı açılıyor.Hazreti Cebrail bu ayetle geliyor.Mekkede 80 yaşına kadar her türlü günahı işleyen ihtiyara diyor ki :’Umudunu kesme’ Kadın belki hayatın bütün felaket şekillerini görmüş,10 tane 20 tane erkekle beraber olmuş,o şekide evlenme şekilleri vardı cahiliyede.Hazreti Aişe Annemiz’in anlattığı 4 tane nikah şekli var.Nikah değil de cahiliyede öyle diyorlar.Onlardan bir tanesi,kadın 10 tane erkekle birlikte olur,sonra hangi erkek hoşuna giderse,çocuğu için der ki bunun babası falan adamdı.Şimdi böyle kadınlar geliyorlar.Allah Teâlâ bunlara bile ‘lâ taknetû min rahmetillâh’ (Allah’ın rahmetinden umudunuzu kesmeyin.)Hani biz besmeleye ne ile başlıyoruz. Bismillahirrahmanirrahim (Rahman ve Rahim Olan Allah’ın Adıyla) O Rahman adı,kainatta her şeyi kucaklıyor.Karıncayı kucaklıyor,kuşatıyor,köpeği kuşatıyor o Rahman oluşu Cenâb-ı Hakk’ın.Ona rızık veriyor.Balığın karnında ki,denizin karnında bir balık var , onun rızkını gönderiyor Rahman oluşundan dolayı.Peki o Rahman olan Allah’ın adını sürekli tekrar ediyoruz.Her hayırlı işe ‘Besmele’ ile başlıyoruz ki, nasıl bir Rabbimiz var,nasıl bir Rabb’e kulluk ediyoruz? İşte o Rahman oluş,bize ‘Sakın ha umudunuzu kesmeyin’ buyuruyor.’Ve enîbû ilâ rabbikum’ (Rabbinize yönelin) Bu yönelişinizde de şöyle bir hâliniz olsun;Bir baba gurbette ya da bir baba sürgünde,bir baba esaret de,esaret de bu baba.Zincirlerini kırdı,prangaları kırdı,onlarca yıldır göremediği ailesine koşuyor.Koşarken nasıl bir heyecanı varsa,sizlerde Rabbinize böyle koşun.İşte bu kardeşim Rahman olan Rabbi onu bu şekilde bekliyor,bu heyecanla bekliyor.Koşarken de ona diyor ki ;  ‘lâ taknetû min rahmetillâh’ (Allah’ın rahmetinden umudunuzu kesmeyin.) Şimdi sen geleceksin,…(50:25) … Önceden ne kadar günahı varsa,eğer bu günahlar kul hakkı değilse,tevbe edince,Allah’a yönelince,Cenâb-ı Hak,o geçmiş  bütün günahları mahvedecek.Peki o günahlar nasıl silinecekler? Hani hep baştan beri söylüyoruz ya; ateşin içine demiri koyunca,eritiyor,curuhunu alıyor,ona bir şekil veriyorsunuz,hamurkâr oluyorsunuz,ustası oluyorsunuz.Tevbe de Efendimiz(sallallahu aleyhi ve sellem) 50:58…..Tevbe pişmanlıktır,pişman olacaksınız.Ağlamak iyidir;ağlamalı.O günahlar aklına gelince;ben bunları nasıl yaptım ya Rabbi.Şuana kadar ben nasıl gafil olabildim diye ağlamalı.Yani,tevbe şöyle bir şey değil; aldınız kirli çamaşırı.Burada deterjan var,su var ama hepsi ayrı yerde duruyorsa o kir temizlenmez.Onları bir makinenin içine koyacaksınız,düğmeye basacaksınız,su gelecek,deterjanı da koyacaksınız.O kiri temizleyecek.Tevbede bir amel olmalı.Yani,tevbe ettiniz,pişman oldunuz,ağlıyorsunuz,aklınıza geliyor.Nasıl ben bunlar yaptım,yapabildim ya Rabbi diyorsunuz ama sürekli;ondan sonra ibadetiniz var,farz namazları kılıyorsunuz,nafileleri kılıyorsunuz.Orucunuz da hata yok.Zaman zaman eğer imkanı varsa bu kardeşimin;Pazartesi,Perşembe oruçları tutuyor.Yani, önde bu ibadetleri yapınca;artık hep bu ayette bir tarafta duruyor ; ‘Sakın ha umudunu kesme’ Bu İslam deve çobanı olan Hazreti Ömer’i oradan alır,tevbe edince Efendimiz’i öldürmek için yola çıkmıştı.O Ömer’i oradan aldı,insanlığın zirve noktalarına taşıdı.Yani,eğer Efendimiz (Sallallahu Aleyhi ve selem) ; ‘Eğer benden sonra Allah Peygamber gönderecek olsaydı,Ömer olurdu.’ Buyuruyor.Peki.O Ömer’i buradan alıyor işte,oraya çıkarıyorsa.Bu kardeşim müsterih olsun.İbadetlerinde hatası olmasın,olmamaya çalışsın,aksatmasın ve günaını da,önceki günahlarını da kimseye açmasın.Sadece O’na.Hocalarına b,şle açmasın.Kul haklarını ödesin.Önceki günahlarını başkasına açması da günah olur.Günahı söylemek de günah.Kendi dünyasına çekilsin.İbadet etsin,müsterih olsun.Allah teâlâ’nın rahmeti onu kuşatacak inşâllah.


————————————————————————————————————————————-

Başka bir güzel kardeşimizde ailesi ile ilgili şu şekilde bir sorunu olduğunu paylaşıyor:

Ben imanı konularda zayıf olsam da, kendimi İslami konularda belli oranlarda yetiştirdim. Müslüman bir ailenin çocuğuyum fakat ailem Müslüman gibi davranmıyor. Kız kardeşim açık. Aile büyüklerim namaz kılmıyorlar. Bana karışmıyorlar fakat ben bir tavsiye de bulunduğum zaman, bazen umursamıyorlar bazen de ‘’Bir tek sen mi Müslümansın’’ diyorlar.  Bu sebeplerden dolayı evde tartışma ortamları oluşuyor. Böyle olunca de ailemle bile mutlu olamıyorum. Ama netice de onlar annem babam kardeşlerim. Çevreme faydalı olmak istiyorum ama kendi aileme bir şey anlatamadığım için irşad konusunda insanlardan kaçınıyorum.’’ Kendi ailene bir şey anlatamıyorsun bize mi dini anlatacaksın’’. demelerinden çekiniyorum.

         Ben bu konuda nasıl bir yol izlemeliyim?

Sahabe-i Kiram Efendilerimizin -radıyallâhu anhum- belkide şu kadar sayıya malik olanları,bu sıkıntıyı evlerinde yaşadılar.Bu kardeşimiz mutlaka şunu yapıyordur.Bu sorun içinde böyle bir dert edinen kardeşimizin mutlaka böyle bir hali vardır.Önce hâl diliyle başlasın.Yaşantısıyla başlasın.Efendimiz –sallalahu aleyhi ve selem-‘in amcası Ebu Leheb.Allah Resûlü’nün evine en yakın ev onun eviydi ama o amca Efendimiz –sallallahu aleyhi ve selem- insanları İslam’a davet edince,en yakınken Peygambere en uzak oldu ama buna rağmen Efendimiz –sallallahu aleyhi ve selem- tebliğe devam etti.Peygamberimiz sallallahu aleyhi ve selem bu davete başlamadan önce nasıldı? Muhammed-ül Emindi.Ticaretiyle,Efendimiz –aleyhissalatu vesselam- insanlarla ilişkisiyle,muharefesiyle,adab-ı muaşeret dediğimiz beşeri ilişkide.Bunlar noktasından bakılınca,Mekke’nin en iyisiydi Allah Resulü.Ondan ötesi yoktu.Ona bakıyorlardı.Ona hayrandılar.Bu yalan konuşmaz,bu hayatta yanlış olmaz,bu hayatta tuğyan olmaz diyorlardı.İşte o hayat,o hâl dili gün geldi,kırk yaşında Kur’ân-ı Hakîmle konuşmaya başladı.İslam’ın anne-babaya nasıl davranmak gerekir,çevreye nasıl duyarlı olmak gerekir,millet-devlet malına karşı nasıl hassas olmak gerekir.Bu kardeşim önce bunları yaşayacak.Yaşayınca,o aile bu kardeşimdeki değişikliği görecek.İslam inkilâbını görecek.Sa’d b.Ebi Vakkasları,Musab b.Ûmeyrleri değiştiren,olduran ,erdiren İslam bu kardeşimin hayatında bu değişikliği yaptı.Anne-baba bunu görünce,artık onlar da diğer çocukları onun gibi olsun.Yani diğer çocuklar yalan konuşuyorsa,diğer çocuklar ailenin bütçesini israf ediyorlarsa,diğer çocuklar anne-babaya sesini yükseltiyorlarsa ama bu anne-babaya karşı;edebiyle-adabıyla,her şeye rağmen koruyarak davranıyorsa,mukabelede bulunuyorsa o zaman gün gelecek hani biz yaşayamasak da diğer çocuklarımız bunun gibi olsun diyecekler ama bunu demeyen anne-babalar da olacak.Peki o zaman bu kardeşlerimizin o anne-babaya karşı duruşları,konumları nasıl olacak.? Kur’ân-ı Kerîm ; ‘ ve sahibhumafid dunya marufa’ Dünya işlerinde marufla annenize babanıza davranacaksınız,umuru dünyada.Nasıl olacak bu? Akıl neyi uygun görüyor,şeriat neyi emrediyorsa.Yani aklın çirkin görmediği,şeriatın da,Kur’ânın da,sünnetinde reddetmediği bir şekilde anne-babaya karşı bir davranış olacak.O da nedir? Başka bir Ayet-i Kerimede; ‘Ve kadâ rabbuke ellâ ta’budû illâ iyyâhu ve bil vâlideyni ihsânâ’ Yani; Allah Teâla,kendine ibadetten sonra,anne-babaya ihsanu bize emrediyor. İhsan yani ihsan üzere kalmak,anne-babaya ihsanda bulunmak,her şeyi en güzel şekil ve surette yapmak.Yani,anne inanmıyor ama annenin ayağında bir arıza var.Her akşam sıcak suyla masaj yapmak gerekiyor, o oğul annenin ayağını masaj yapıyor,babasının ayağını masaj yapıyor.Araba yok,anne sırtta alınmalı,taşınmalı,doktora götürülmeli.Bu çocuk anne-babanın,anne-babanın namaz kılma diye dayattığı çocuk alıyor anne-babayı sırtında doktora taşıyor.Bunları yapıyor ama Rabbine isyan olan yerde;annesine itaat etmiyor,babaya itaat etmiyor.Çünkü;birinci sırada Allah’a ibadet var,sonra anne-babaya saygı geliyor. Eğer bunlar çatışıyorsa,o zaman Rabbinin talimatına göre amel edecek,böyle hareket edecek.Peki bütün bunları yaptı,anne-baba hala durduğu yerde duruyor.Onların İslam-İman noktasında bir gayretleri yok,hamleleri yoksa,bu kardeşim şöyle düşünmeyecek : ‘Benim annem-babam kabul etmediler,ben başkalarına nasıl anlatabilirim?’ Efendimiz-sallallahu aleyhi ve selem- önce kendi yakın çevreden başlıyor,yakın akrabalar.Sonra,kabul edenler etmiyor,etmeyenler karşı tarafa geçiyor ama Efendimiz –sallallahu aleyhi ve sellem- Zeyd geliyor,Bilâl b.Rebah geliyor,Habbâb bin Eret geliyor yani Hazreti Ömer geliyor,Ebubekir daha önde,en önce geliyor.Ailenin dışında kimler varsa,amca Ebu Talip kabul etmiyor ama EbuBekir kabul ediyor.Resulullah durmuyor.Biz anlatırız,anlatma meselesi bizden ama hidayet Allah Teâlâ’dan,muvaffakiyet Cenâb-ı Hak’tan.Cenâb-ı Hak bize neden şunları Müslüman yapmadın diye sormayacak ama neden şunlara İslamı anlatmadın diye soracak.Dolayısıyla bu kardeşim,usanmadan,bıkmadan önce hâl diliyle,yaşantısıyla sonrada lisanıyla annesine babasına sürekli anlatmaya devam edecek ama onlar kabul etse de etmese de dışarıda sokaktaki Müslümanlara yine tebliğ vazifesi sürecek.Sahabe-i Kiram’dan Musab bin Umeyr vardı,Sad bin Ebi Vakkas vardı.Bunların anneleri İslam’ı reddettiler.Hatta açlık grevine girdi Sad bn Ebi Vakkas’ın annesi.Eğer Muhammed –aleyhisselam-‘ı terk etmezsen,annen burada gözünün önünde ölecek dedi ama annesine değil bir tane canın şu kadar canın olsa,her birini gözümün önünde versen,yine Allah Resulünü,İslami terk etmem,edemem anne dedi.Fakat Musab b.Umeyr,Sad b.Ebi Vakkas yine annesine,dünya işlerinde iyi davranmaya devam ettiler.Bu kardeşim de bu çerçevede hareket etmeye devam etsin.Tabi içinde hep bir ukte olsun,bu anne-baba Ya Rabbi neden Müslüman olmuyor diye.O ukte; Allah Teâlânın merhametini celbeder.Bir gün inşâllah onun o acısı,hüznü dua olur,niyâz olur,Allah Teâlânın katına ulaşır.Cenâbı Hak icabet eder,annesi babasıda kendisi gibi olur inşâllah.

 

————————————————————————————————————————————–

Hocam son olarak da tüm gençler adına şöyle bir soru sormak istiyoruz.
Bildiğiniz üzeredir ki

Efendimiz (asm), “Cennette elimde altın tasla Kevser suyunun başında ümmetimi bekleyeceğim, oraya gelenlere ikram edeceğim” buyururken, ahir zaman gençlerini görünce, elindeki tası bırakır.

Bunu görenler; “Ya Resulullah(s.a.v), onlara havuzunuzun suyundan vermeyecek misiniz?”diye sorarlar.

Resulullah (asm), “Ahir zamanda alnını secdeye koyan gençlerle arama altın tası koymak istemiyorum, onlara elimle ikram edeceğim” diye buyurur.

Hocam , Peygamber Efendimizin (s.a.v) elinden ,  Kevser havuzunun suyunu içmek için biz gençlere tavsiyeleriniz nedir?

Ahir zamanla alâkalı Efendimiz –aleyhisselâm-‘ın bu asırda,bu zamanda gelecek ümmetiyle alâkalı farklı rivayetler var.Onların bir kısmı zayıftır,bir kısmı daha zayıftanda aşağıdadır ama neticede bunları yan yana koyduğumuz zaman ahir zamanda gelecek Efendimiz –aleyhisselâm-ın ümmet yapısıyla ilgili farklı tembihlerin olduğunu,farklı ikâzlarının,taltiflerinin,ihsanlarının olduğunu görüyoruz hadisi şeriflerde.Öyledir,neden öyledir ? Çünkü;ateşin içinde yanmayan gençlerdir bunlar.Yani,Mekke sokaklarında Bilâllarin,Ammarların,Yasirlerin olduğu dünyada bugünkü gibi; manikür,pedikür yapmış,vücuduna şu kadar bakım yapmış,ondan sonra erkeklerin-delikanlıların şehvetini celbedecek bütün unsurları beden yapısında kıyafetini ona göre ayarlayıp sokağa çıkan kadınlar yoktu.Podyumda mankenler,bu şekilde değildi.Diziler,magazin programları vs.böyle değildi.Dolayısıyla bugünkü nesil,o evin içinde Hazreti Yusuf gibi; evi,kapıyı kapatıp,Hazreti Yusuf aleyhisselâm’a,Züleyha ‘Gel’ demişti.Şimdi gazeteler; gel diyor,magazin programları; gel diyor.Üniversiteye gidiyor,koridora çıkıyor.Oradaki,o fotoğraf,o manzara ‘gel’ diyor ama gözünü kapatıyor,Rabbine teslim oluyor,ateşin içine giriyor.Hazreti İbrahim gibi,oradan yanmadan çıkıyor.Hazreti İbrahim’i maddi bir ateşin içine atmışlardı ama şimdi Allah Resûlü –aleyhisselâm-‘in ahir zaman gençliğini,şeytan o şehvet ateşiyle bütün noktalarda kuşatmış,içine almış.Onlar da yanmama noktasında bir azimleri var,iradeleri var.Namazla ateşe direniyorlar,şeytanın ateşine,oruçla direniyorlar,sadakalarıyla direniyorlar.Bir an harama kaysa gözleri bir ömür gözyaşı ezasındalar diyor Üstad Necip Fazıl.Yani,o gözlerine sahipler.Gayri ihtiyari bir an o gözler farklı bir noktaya kaysa, belki o gece sabahlara kadar gözyaşı dökecekler.İşte Efendimiz –sallallahu aleyhi ve sellem-farklı vurgularla,bu zamanda gelecek gençliğini,ümmetini,ümmet yapısını taltif ediyor.Çünkü onlar buyuruyor; avuçlarında kor ateşi saklıyorlar.İmanı bu dönemde saklamak,avucunuzdaki o kor ateşi saklamak gibidir,ona dayananlar nasıl büyük bir iradeye sahipse,bu asrın kaymayan,istikamet üzere yürüyen o gençliği de Allah’ın inayetiyle o iradeye sahiptir.Onlar Efendimiz-aleyhissalatu vesselam-‘ın şefaat-i uzmasına ahirette,dünyada da davasına nail olacaklar,muhatap olacaklar.Bu noktada yaptığınız çalışmaları,hizmetleri Cenâb-ı Hak büyük ecirlerle mükâfatlandırsın.Allah Teâla ihlâs hâlinizi muhafaza eylesin.İhlâs hali demek;yaptığınız ibadetleri,bu seyâhatiniz,ta İstanbul’dan kalkıp buraya gelişiniz…Bütün bunlar,bir anlamda Allah Teâla bunları bir rihle olarak kabul etsin.Kardeşim Bilâl Rize’den geldi.Bunları Rabbim rihle,yani ilim yolunda yapılan seyâhatler,yolculuklar olarak kabul etsin.Bu yolculuklardan ulemâ-ı İslam nasıl olup döndüler,erip döndüler.Burada Allah Teâlâ’nın aciz bir kulu var,bizden bir şey olmaz ama burada ,arkada gördüğünüz bu odada,her tarafında allamelerin,alimi rabbanilerin,bu yolda her şeyini feda edenlerin kitapları var.Onların bereketiyle Allah Teâlâ sizi bereketlendirsin.Davanızı ebedi kılsın.İhlas-ı ser levhanız olsun.Yani yaptığınız ibadetlere,seyâhatlere Allah Teâlâ’dan başka şahit aramayın.Tek şahit O olsun,size mükâfatı sadece O verecek çünkü.Yolunuz açık olsun.Efendimiz –aleyhisselam-‘ın sünnetinde Allah Teâla size uzun mesafeler katetmeyi nasip eylesin inşâllah.ElhamdülililâhiRabbil-Alemin…

 

 

CEVAP VER

Please enter your comment!
Please enter your name here

Bu site, istenmeyenleri azaltmak için Akismet kullanıyor. Yorum verilerinizin nasıl işlendiği hakkında daha fazla bilgi edinin.