“İkra” Oku!
Bismillahirrahmanirrahim. Elhamdülillahirrabbil alemin. Vesselatü vesselamu ala seyidina Muhammedin ve ala alihi ve sahbihi ecmain.
Ramazan’ın 17. Gecesiydi. Yıl 610’du . Resulullah Nur dağının sessizliğinde, derin ve manalı karanlığında ilerliyordu. Herşey sessiz ve sakindi. Belki de az sonra olacaklara, Dünya’yı yeniden aydılığa kavuşturacak, hitabın geldiği ve geleceği kişiye hürmetendi bu sessizlik.
Vakit gece yarısını geçmişti. Seher vaktine yakın bir vakit olmuş ve ortalığı çok güzel bir koku kaplamıştı. Ve Cebrail insan kılığına bürünmüş güzel bir surette Hira dağında Peygamber efendimiz aleyhisselatu vesselamın yanına gelmişti..
Ve işte kainatın beklediği zaman da gelmişti. Karanlıktan hakiki aydınlığı arayanların rehberi gelecek ve kainat tekrardan nura kavuşacaktı. İnsanlığa müjdeler üzerine müjdeler kazandıracak o müstesna vakit. Müslüman olacakların hakiki kurtuluşuna yeni bir başlangıç…
Cebrail aleyhisselam son derece mutluydu. Son Resülle, kainatın efendisi ile muhatap olacak ve ona “Habibullah” ünvanı ile muhatap olacak ve mücadelesi ile bunu hak edecek ve onunla yüzyüze gelecekti.
Beklenen an gelmişti..
Cebrail aleyhisselam bu sükünet dolu gecede, en güzel surette etrafına nurlar saçarak, Efendimiz Hazreti Muhammed aleyhisselama göründü. Ve En güzel tatlı ve gür bir ses ile hitap etti :
Oku ! (İkra)
Efendimiz aleyhiselatu vesselamı mı bu olay karşısında bir korku ve ürperti kapladı.
Kâinatın Efendisini, hayret ve korku sardı. Yüreği ürperiyordu!
“Ben okuma bilmem” diye cevap verdi.
Hz. Cebrail, kendilerini kucakladı ve sıkıp bıraktıktan sonra, tekrar, “Oku!” diye seslendi.
Fahr-i Kâinat, aynı cevabı verdi: “Ben okuma bilmem!”
Hz. Cebrail, ikinci kere Kâinatın Efendisini kucakladı ve sıkıp bıraktıktan sonra yine seslendi: “Oku!”
Bu sefer Fahr-i Kâinat, “Ben okuma bilmem” dedi. “Söyle, ne okuyayım?”
Bunun üzerine melek, Allah’tan aldığı ve Resûlüne teslim etmeye geldiği Alak Suresi’nin ilk ayetlerini başından sonuna kadar okudu:
“Oku! Seni yaratan Rabbinin adıyla oku! Ki O, insanı, pıhtılaşmış bir kandan yarattı. Oku ki senin Rabbin, kalemle yazı yazmayı öğreten, insana bilmediğini tâlim eden, bol kerem ve ihsan sahibidir. (Alak Suresi 1-5)
Heyecan ve haşyetin son haddinde, Kâinatın Efendisi, bizzat konuştuğu lisanla nâzil olan ayetleri kelimesi kelimesine tekrar etti. Artık inen ayetler Allah Resûlünün hem diline, hem kalbine yerleşmişti.
O andaki vazifesi sona eren Hz. Cebrail de birdenbire kayboluverdi.
İşte bizlerinde mücadelesi böylelikle başlamış oldu. İslam dünyası bugün sahipsiz kalmış, vicdanlar hissiz, aydınlıklar karanlık olmuş. Bugün her yerde çaresizlik, unutulmuşluklarla beraber olmuş. Nice müslümanın benim kalbim temiz demekle İslamiyet hizmetini yeterli gördüğünü gözlerimizle görüp, kulaklarımız ile işitmekteyiz. Bunun en büyük sebeplerinden biri de Efendimiz aleyhisselatu vesselamın nida edilen “İkra” oku ayetinin yerine getirilmemiş olması ve bu emrin tüm insalığa olduğunun farkına varmadığımızdır.
Filistin mücadelesine felçli haliyle müthiş katkı sağlayan Şeyh Ahmet Yasin’in sözünü hatırlayın. O şöyle demişti :
ALLAH’ım! Ümmetin suskunluğunu Sana şikayet ediyorum!
Ben ki kocamış bir yaşlıyım. Kurumuş iki elim, ne kalem tutuyor ne de silah!..
Sesimle yeri inletecek güçte bir hatip de değilim!..
Ben ki saçları ağarmış, ömrünün son demlerinde, türlü hastalıkların yıktığı ve üzerinde zamanın belalarının estiği biriyim!..
Tek isteğim benim gibi, Müslümanların zaaf ve aczinden müteessir olanların yazmasıdır!..
Siz ey Müslümanlar! Suskun ve aciz, helak olmuş ölüler!..
Hâlâ kalpleriniz sızlamıyor mu, başımıza gelen bu acı felaketler karşısında?..
Bir halk yok mu? Hiç mi kimse yok,ALLAH için ve ümmetin namusu için kızacak?..
Şerefli direnişçilerken, bizleri katil teröristler olarak ilan edenlere karşı duracak!..
Bu ümmet utanmaz mı, şerefi çiğnenirken? …
Bugün ki halimizi anlatan bu acı sözler her şeyi anlatmaktadır. Zira efendimiz aleyhisselatu vesselam şöyle buyurmuştur :
“Bütün müminle bir kişi gibidirler. Birinin başı ağrırsa, hepsinin başı ağrımış olur. Birinin gözü ağrırsa, hepsinin gözleri ağrımış olur.” (Müslim)
Bizimde bu dergideki hedeflerimizden biri ufacık da olsa İslama hizmetkar olmak. Ve uyuyan Müslümanları uyandırabilmektir. Rabbim bu kapıda bizi hizmetkar eylesin. İslam ümmetine hakikati araştırıp okumayı, hakikati arayıp bulmayı nasip etsin. Yazımı şu güzel kıssa ile bitirmek istiyorum.
Zamanın kafiri Nemrud’un ateşi Hz. İbrahim aleyhisselamı yakacak haberi duyulunca, günlerce uzakta olan bir karınca ağzına aldığı su ile hızla koşmaya başlıyor. Onu gören başka bir karınca, kendi hal lisanı ile soruyor:
– Hayrola çok telaşlısın bu halin ne? deyince, su ile koşturan karınca cevap veriyor:
– İbrahim aleyhisselamı, Nemrut ateşe atıyormuş, yetişip onun ateşini söndüreceğim, diyor.
Soran karınca bu hale gülüyor ve diyor ki:
– Sen bu gidişle oraya varamazsın, varsan bile Nemrut’un ateşinin yanında senin ağzındaki suyun ne kıymeti var.
Onu sen söndüre bilir misin? Diyor. Gayretli ve inançlı karınca cevap veriyor:
– Oraya varamayacağımı, varsam bile ateşi söndüremeyeceğimi bende biliyorum.
Ama hiç olmazsa İbrahim’i sevdiğimi ispat için çalışır, koşarım. Oraya varamazsam bile bu yolda ölürüm, diyor.
Rabbim başladığımız bu yolda, gayretimizi zayi etmesin. Bizleri bu yoldan hiç ayırmasın inşallah.
Selam ve Dua ile.