Kırk Yıl Sadece Kur’ân’la Konuşan Kadın

0
2856

Şimdi vereceğimiz misal ise, tebe-i tâbiin asrından. Bu asırda yaşayan Müslümanlar da, Kur’ân’la öyle bütünleşmişlerdi ki, âdeta etle-kemik gibi olmuş, muhtevası kılcallarına kadar nüfûz etmiş ve pek çok kimse için âdeta Kur’ân, en çok bilinen ve üzerinde konuşulup düşünülen bir kitap hâline gelmişti. İşte aşağıda anlatacağımız hanım, bunun canlı örneklerinden birisidir:

Yaşanan bu hâdiseyi anlatan, tebe-i tâbiînin büyüklerinden, hadîste devasa bir âlim olarak kabul edilen Abdullah b. Mübarek’tir (h.182). Şöyle anlatıyor yaşadıklarını:

“Hacca gidiyordum. Irak-Suriye topraklarından geçerken tek başına yolculuk yapan bir kadınla karşılaştım. Ona selâm verdim. Ancak selamımı: سَلاَمٌ قَوْلاً مِنْ رَبٍّ رَحِيمٍ “Rabb-i Rahim’den sözle olan bir selâm yine onlara…” (Yâ Sîn 36/58) âyetini okuyarak aldı. “Buralarda ne yapıyorsun?” diye sordum. مَنْ يُضْلِلِ اللهُ فَلاَ هَادِيَ لَه “Allah kimi şaşırtırsa onu doğru yola getirecek yoktur.” (A’raf 7/186) âyetini okuyarak cevapladı.

Yolunu kaybettiğini anladım ve nereye gitmek istediğini sordum. Soruma:

سُبْحَانَ الَّذِي أَسْرَى بِعَبْدِهِ لَيْلاً مِنَ الْمَسْجِدِ الْحَرَامِ إِلَى الْمَسْجِدِ الْأَقْصَى
“Bir gece, kulu Muhammedi, Mescid-i Haramdan, çevresini mübarek kıldığımız Mescid-i Aksaya götüren O zatın şanı ne yücedir! Bütün eksikliklerden uzaktır O!” (İsra 17/1)

âyetiyle karşılık verdi. Anladım ki, geçtiğimiz hac mevsiminde haccını tamamlamış, Kudüs’e gidiyor. “Ne zamandan beri böyle yolunu kaybettin?” dedim. ثَلاَثَ لَيَالٍ سَوِيًّا “Tam üç gündür” (Meryem 19/10) şeklinde cevap verdi. İhtiyacı olacağı düşüncesiyle yiyecek-içecek bir şeyler verme teklifinde bulundum. Bu defa ثُمَّ أَتِمُّوا الصِّيَامَ إِلَى اللَّيْلِ “Sonra gece girinceye kadar orucu tamamlayın.” (Bakara 2/187) âyetini okudu.

Kendisine, içinde bulunduğumuz zaman diliminin Ramazan ayı olmadığını hatırlattım. Buna karşılık o:

وَمَنْ تَطَوَّعَ خَيْرًا فَإِنَّ اللهَ شَاكِرٌ عَلِيمٌ
“Her kim de, farz olmadığı halde gönlünden koparak bir hayır işlerse, mükâfatını görür. Zira Allah şükrün karşılığını verir. O, az amele çok mükâfat verir ve her şeyi bilir.”

(Bakara 2/158) âyetiyle cevap verdi.
Yolculukta orucun açılabileceğini hatırlatınca:

وَأَنْ تَصُومُوا خَيْرٌ لَكُمْ إِنْ كُنْتُمْ تَعْلَمُونَ
“Bununla beraber, eğer işin gerçeğini bilirseniz, oruç tutmanız sizin için daha hayırlıdır.” (Bakara 2/184)

âyetini okudu.

Neden benim gibi konuşmuyorsun dedim.

مَا يَلْفِظُ مِنْ قَوْلٍ إِلاَّ لَدَيْهِ رَقِيبٌ عَتِيدٌ
“Ağzından çıkan bir tek söz olmaz ki yanında, bu iş için hazırlanmış gözcü olmasın, onun söylediğini ve yaptığını kaydetmiş olmasın.” (Kâf 50/18) âyetini okudu.

Hangi kabileden olduğunu sordum.

وَلاَ تَقْفُ مَا لَيْسَ لَكَ بِهِ عِلْمٌ إِنَّ السَّمْعَ وَالْبَصَرَ وَالْفُؤَادَ كُلُّ أُولَئِكَ كَانَ عَنْهُ مَسْئُولاً
“Bilmediğin şeyin peşine düşme! Çünkü kulak, göz, kalb gibi azaların hepsi de sorguya çekilecektir.” (İsrâ 17/36)

âyetiyle cevap verdi. Hata ettiğimi, dolayısıyla kusura bakmayıp hakkını helâl etmesini istedim.

لاَ تَثْرِيبَ عَلَيْكُمُ الْيَوْمَ يَغْفِرُ اللهُ لَكُمْ وَهُوَ أَرْحَمُ الرَّاحِمِينَ
“Bugün sizi kınayacak, serzenişte bulunacak değilim! Ben hakkımı helâl ettim Allah da sizi affetsin. Çünkü merhamet edenlerin en merhametlisi O’dur.” (Yusuf 12/92) âyetiyle cevap verdi.

Kendisine, deveme bindirip kafilesine ulaştırma teklifinde bulundum.

 

وَمَا تَفْعَلُوا مِنْ خَيْرٍ فَإِنَّ اللهَ بِهِ عَلِيمٌ “Hayır olarak daha ne yaparsanız Allah muhakkak onu bilir.” (Bakara 2/215) âyetiyle mukabelede bulundu.

Devemi yanına getirdim. Tam binecekken:

قُلْ لِلْمُؤْمِنِينَ يَغُضُّوا مِنْ أَبْصَارِهِمْ “Mümin erkeklere bakışlarını kısmalarını söyle.” (Nûr 24/30) âyetini okudu.

Gözlerimi başka tarafa çevirdim. Tam binecekken deve ürküp kaçtı, bu arada elbisesi birazcık yırtıldı.

وَمَا أَصَابَكُمْ مِنْ مُصِيبَةٍ فَبِمَا كَسَبَتْ أَيْدِيكُمْ “Başınıza gelen her musîbet, işlediğiniz günahlar (ihmal ve kusurlarınız) sebebiyledir.” (Şûrâ 42/30) âyetini mırıldandı.

Biraz sabretmesini ve devesini tutup bağlayacağımı söyleyince:

فَفَهَّمْنَاهَا سُلَيْمَانَ “Biz çözümü ihtiva eden hükmü Süleyman’a bildirdik.” (Enbiyâ 21/79)

âyetini okuyarak, deveyi sevketme konusunda benim daha başarılı olduğumu ima etti. Peşinden deveye bindi ve

سُبْحَانَ الَّذِي سَخَّرَ لَنَا هَذَا وَمَا كُنَّا لَهُ مُقْرِنِينَ وَإِنَّا إِلَى رَبِّنَا لَمُنْقَلِبُونَ

“Bunları bizim hizmetimize veren Allah yüceler yücesidir, her türlü eksiklikten münezzehtir. O lutfetmeseydi biz buna güç yetiremezdik. Muhakkak ki biz sonunda Rabbimize döneceğiz.” (Zuhruf 43/13-14)

âyetlerini okudu.

“Deh” deyip deveyi hızlandırdım. Bu defa

وَاقْصِدْ فِي مَشْيِكَ وَاغْضُضْ مِنْ صَوْتِكَ إِنَّ أَنْكَرَ الْأَصْوَاتِ لَصَوْتُ الْحَمِيرِ

“Yürürken ölçülü, mûtedil yürü! Konuşurken sesini ayarla, bağırarak konuşma! Unutma ki seslerin en çirkini, avazı çıktığınca bağıran eşeklerin sesidir.” (Lokman 31/19)

mukabelesinde bulundu.

Yürürken şiir okumaya başladım. Bu kez:

فَاقْرَءُوا مَا تَيَسَّرَ مِنَ الْقُرْآنِ

“Artık Kur’ân’dan kolayınıza gelen miktarı okuyun.” (Müzzemmil 73/20) dedi.

Şiir okumak haram değil ki!” deyince:

وَمَا يَذَّكَّرُ إِلاَّ أُولُو الأَلْبَابِ

“Ancak tam akıllı olanlar gerçekleri anlar ve düşünürler.” (Bakara, 2/269) âyetiyle cevap verdi.

Bir süre yolculuğa devam ettikten sonra, evli olup olmadığını sordum.

يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُوا لاَ تَسْأَلُوا عَنْ أَشْيَاءَ إِنْ تُبْدَ لَكُمْ تَسُؤْكُمْ

“Ey iman edenler! Açıklandığı takdirde hoşunuza gitmeyecek şeyleri sormayın! (Mâide 5/101) âyetini okudu.

Derken bu hanımın kafilesine arkadan yetiştik. Kendisine kafile içinde kimsesinin olup olmadığını sordum. Bu defa da bana:

الْمَالُ وَالْبَنُونَ زِينَةُ الْحَيَاةِ الدُّنْيَا “Mal mülk, çoluk çocuk… Bütün bunlar dünya hayatının süsleridir.” (Kehf 18/46) dedi.

Anladım ki, çocukları var. Onların isimlerini sordum.

وَاتَّخَذَ اللهُ إِبْرَاهِيمَ خَلِيلاً

“Allah İbrâhim’i dost edinmiştir.” (Nisâ 4/125),

وَكَلَّمَ اللهُ مُوسَى تَكْلِيمًا

“Allah Mûsâ’ya da hitab ederek konuştu.” (Nisa 4/164)

ve يَا يَحْيَى خُذِ الْكِتَابَ بِقُوَّةٍ

“Yahya! Kitaba var kuvvetinle sarıl” (Meryem 19/12) âyetlerini okudu.

“Ey İbrahim, ey Musa, ey Yahya!” diye kafileye doğru seslendim. Nur yüzlü üç genç “Buyur!” diye çıkageldiler. Kadın onlara para verdi ve:
فَابْعَثُوا أَحَدَكُمْ بِوَرِقِكُمْ هَذِهِ إِلَى الْمَدِينَةِ فَلْيَنْظُرْ أَيُّهَا أَزْكَى
طَعَامًا فَلْيَأْتِكُمْ بِرِزْقٍ مِنْهُ

“Şu akçeyi verip içinizden birini şehre gönderin de baksın hangi yiyecek daha hoş ve helâl ise ondan size azık tedarik etsin.” (Kehf 18/19) dedi.

Gençler yiyeceği getirince kadın bana:

كُلُوا وَاشْرَبُوا هَنِيئًا بِمَا أَسْلَفْتُمْ فِي الْأَيَّامِ الْخَالِيَةِ

“Kendilerine şöyle denilir: “Geçmiş günlerinizde yaptığınız güzel işlerden dolayı afiyetle, yiyin, için!” (Hakka 69/24) dedi.

Bütün bu gördüklerim karşısında gençlere dedim ki:

Şayet annenizin bu durumunu bana söylemezseniz, bu yemekten asla yemem!”

Gençler dediler ki:

“Annemiz, ağzından Cenâb-ı Hakk’ın gazabını çekecek yanlış bir söz çıkar korkusuyla 40 yıldır bu şekilde sadece Kur’ân’la konuşur.”

Abdullah b. Mübarek, yaşadığı bu ilginç olayı, Kur’ân’da her şeyin bulunduğuna delil olarak değişik zamanlarda anlatırdı.

Ahmed el-Hâşimi, Cevâhiru’l-Edeb, 1/261.

Kırk Yıl Sadece Kur’ân’la Konuşan Kadın

İkra ilim meclisi

CEVAP VER

Please enter your comment!
Please enter your name here

Bu site, istenmeyenleri azaltmak için Akismet kullanıyor. Yorum verilerinizin nasıl işlendiği hakkında daha fazla bilgi edinin.