“Meşrulaştırma” Allah’ın Dinine Bir Şey Sokmaktır

0
1606

 

AHMET TAŞGETİREN VE NUREDDİN YILDIZ HOCAEFENDİ İLE “MEŞRULAŞTIRMALAR” ÜZERİNE

Ahmet Taşgetiren: Hocam “Meşrulaştırmalar” başlıklı bir sohbet yapalım diye düşündüm. İşin merkezinde bir İslam’ı yaşama meselesi var. Her durumda Müslüman İslam’ı yaşama sorumluluğu ile karşı karşıya. Ama bazı ortamlar var ki İslam’ı yaşamayı kolaylaştırır. Bazı ortamlar da var ki İslam’ı yaşamayı zorlaştırır, zorlaştırıyor. Özellikle statükonun, kurulu düzenin İslam’ın ölçülerini gözetmeden düzenlendiği ortamlarda İslam’ı yaşamanın zorlaşması tabiidir. Böyle durumlarda dahi Müslümanın İslam’ı yaşaması beklenir. Ama yine böyle durumlarda hem yaşamamak, belki yaşayamamak hem de yaşamamaya gerekçe üretmek gibi bir psikoloji oluşuyor. İnsanın nefsi, hevası da bir anlamda bu dışarıdan İslam’ı yaşamayı zorlaştırmaya zemin hazırlıyor. Mesela şu tarzda gerekçeler seslendiriliyor: “İslam bu çağda bu kadar yaşanır. Yaşayamıyoruz ne yapalım? İslam bu çağda böyle yorumlanmalı.” gibi bir takım sığınma alanları oluşturuluyor. Ne dersiniz? Bunu İslam-Müslüman ilişkisinde bir problemli alan olarak görmeli miyiz?

Nureddin Yıldız: Efendim, isterseniz şu “meşrulaştırma” kelimesini bir açalım da sözlüğe muhtaç hale gelmeyelim.

Meşru, Şeriatlaşmış şey demek. Bu meşrudur, gayr-i meşrudur. Sözün aslına dönüldüğünde Şeriata uygundur, Şeriata uygun değildir. Gayr-i meşru ilişki, Şeriata uygun olmayan ilişki demektir. Şeriat ile ne kastettiği başka tabi herkesin. Meşrulaştırmak bu anlamda bakıldığında bir insanın Allah’ın dinine bir şey sokması demek.

Taşgetiren: Yani meşru olmayan bir şeyi meşrulaştırmak.

Yıldız: Çünkü meşru, meşrudur zaten. Mesela en basit ve yaygın bir örnekten yola çıkalım: Sigarayı meşrulaştırma ne demek? Yani sigara helaller, serbestler, mubahlar kategorisine girecek demek. Yahut da mesela dövme, zulmetmeyi meşrulaştırma ne demek? Yani dövmek suçtu, zulüm suçtu, suç olmaktan çıkacak demek. Mesela faizi meşrulaştırıyorsun. Yani faiz Allah’la, Peygamberi ile savaşmaktı, meşrulaştırıyorsun. Savaş konusu olmaktan çıkıyor. Dolayısıyla meşrulaştırma diye bir başlık açtığımız zaman Allah ve kulun durduğu yerler hatıra gelmesi gerekiyor. Kulun kulluk sınırlarını aştığı halde aşmadığını iddia etmesi, meşrulaştırma budur.

Bir başka meselemiz de şu; İnsan olarak eğitilerek hayatımızı öğreniyoruz ve uyguluyoruz. Kaşık tutma, bir eğitim konusuydu da bunun okuluna gitmeden annemizi göre göre öğrendik. Bazı şeyleri okula gitmeden tabiatın akışı içinde seyrediyoruz. Etkilenen, etkilenince aynısını yapabilen birisiyiz. Bardağı tutup kaldırmayı eğiterek bize öğrettiler aslında ama okulda değil annemizin kucağında görerek öğrendik.

Benim bu açıdan çok önemsediğim bir söz var hocam. Atalarımız diyor ya birisine kırk gün deli deyince deli olurmuş. Psikolojik olarak bilim adamları bunu kaç cepheden ele aldıklarını bilmiyorum ama bu bir eğitim konusu aslında. Yani akıllı bir insanı bile öyle olduğuna inandırabiliyoruz demek ki. Biz bir eğitim üzerinden hayat süren, görünce taklit eden mahlûk olduğumuz için bu meşrulaştırmalar kötülere refleks göstermeme, kötülüğe karşı direnci kaybetmenin de ürünü oluyor aynı zamanda. Bunu da tıpkı meşrunun sözlük anlamı gibi açmamız gerekiyor. Yani dün fırtınalar kopardığımız şey bugün neden bizim makulümüz haline geliyor.

nureddin hoca- ahmet taşgetiren-ikra ilim meclisi

Allah rahmet eylesin Timurtaş Hoca efendinin hatırlarsınız vaazlarında böyle alevli çıkışlar olurdu. Mesela hacı efendi banka reklamı olan bir bankın üstüne niye oturuyorsun gibi. Sokakta, parkta filan bankanın reklamı olan bir oturağa oturur mu bir Müslüman?

Taşgetiren: Onu sorgulardı o zaman.

Yıldız: Demek ki yetmişli yıllarda bu hassasiyet varmış. Yani bir bank, bankaya aitse ona oturulur mu gibi.

Taşgetiren: Onunla bu kadar yakınlaşmayacaksın gibi.

Yıldız: Şimdi cüzdan hangi bankanın diye bile sorulmuyor artık.

Taşgetiren: Demek ki haşır neşir olunmuş.

Yıldız: Evet, çok güzel. Haşır neşir olmuşuz gibi bir şey ortaya çıkıyor. Bu konulara girmeden önce üçüncü bir konu da şudur. Dinimiz İslam’ın emirleri, yasakları yani Allah’ın Müslümandan istediği azimetler dediğimiz şeylerdir. Bir de Allah Teâlâ’nın kul yapamadığı zaman, sıkıştığı zaman gevşettiği noktalar vardır, buna da ruhsatlar deriz. Dinin bütünü, orijinali azimettir. Azimet dediğimiz şeyin içindedir. Ama Allah Teâlâ insanın hastalığının, sıkışıklığının, dertlerinin olacağını bildiğinden, kulunu böyle yarattığından ruhsat payı açmıştır. Nasıl dinin kendisi azimetler yani namazın beş vakit olması, ayakta kılınması, Ramazan-ı Şerif’in orucunun tutulması bir azimetse ve bunu Allah koyduysa, namazından, orucundan, faizinden, domuz etinden alkolüne kadar dinin yasakları, emirleri arasında gevşeyebilecek, tolerans yapılabilecek bölümleri de Allah koyar.

Taşgetiren: Yani ruhsat da Allah’ın çizdiği çerçeve içindedir.

Yıldız: Azimet de Allah’ın, evet, çok güzel, ruhsat da Allah’ın çizdiği çizgiler içinde olur. Ana çizgileri Allah koyacak, gevşemeleri kullar belirleyecek olamaz.

Taşgetiren: Yani meşrulaştırmalardan farklı.

Yıldız: Meşrulaştırma neye dedik? Kendi kendimize bizim yeni icatlarımızda dine sokma olarak dedik. Bu üç temel prensibi koymak istiyorum. Meşru ne demek?

Taşgetiren: Yani ruhsat, meşrulaştırma alanı değil.

Yıldız: Değil.

Taşgetiren: Allah’ın izin verdiği alan.

Yıldız: Ruhsat zaten vardı. Mesela faizi hep örnek verelim. Şimdi çok canlı olduğu için. Faiz, Allah’la savaşmaktır.

Taşgetiren: Kur’an öyle diyor.

Yıldız: Açık seçik Kur’an bunu söylüyor. “Bilin ki Allah’la savaşıyorsunuz!” diyor. Bu kadar büyük bir suç. Ama faize de ruhsat kapısı açıyor Allah Teâlâ. Aç, sefil, kansere yakalanmış bir kişi. Ameliyat olacak. Hastane ağır para istiyor Avrupa’da. İşte bizde parasız yapılıyor ameliyat da Avrupa’da ağır para istiyor. “Üç ay ömrün kaldı” veyahut da “getir şu kadar bin Euro” deniyor. Bu Euro’yu bulması mümkün değil. Ama bir banka veriyor bunu. Ruhsat var burada. Yani Allah Teâlâ azimetleri daim buyurduğu gibi ruhsatları da daim buyurmuştur. Dolayısıyla Müslümanlar bir konsey kurup günün birinde biz oturup bu ruhsatlarımızı kendimiz belirleyelim demelerine ihtiyaç yoktur.

Taşgetiren: Zaten ruhsatlar verilmiştir.

Yıldız: Bunun uzayabileceği bölümler, gevşeyebileceği bölümleri zaten tayin etmiştir Allah Teâlâ.

Taşgetiren: O zaman ruhsatların sınırıyla meşrulaştırmaların sınırını ayırmak gerekiyor.

Yıldız: Çok güzel. Şu anda bizim yapmamız gereken şey namazın farzlarını öğrendiğimiz gibi hastanın nasıl kılacağını da öğrenmemizdir. Yani Allah Teâlâ bir yerde ruhsat koyduysa o ruhsatları da bilmek gerekiyor. Bunu tabi insan niye kullanıyor bu ruhsatı iman meselesi bu. Niye kullanıyor, niye kullanmıyor ayrı bir konu.

Biz azimetler yani Allah’ın temel emirleri ve yasakları ondan sonra da ruhsatlar yani Allah Teâlâ’nın bu temel emir ve yasaklarında gevşeme yapabileceğimiz.

Taşgetiren: Kolaylık alanları.

Yıldız: Kolaylık alanları. İşte mesela yolculuğa çıkanın Ramazan-ı Şerif orucunu tutmaması gibi. Bir örnek vereyim burada. Şimdi bir şoförlük mesleği var. Çok da yeni bir meslek değil bu. Eskiden de kervancılar vardı mesela. İşi kervanı yönetmek olan insanlar vardı. Yani o yolları biliyor, çölleri biliyor.

Taşgetiren: Şoför gibi.

Yıldız: Tıpkı şoför gibi. Şimdi çok basit bir misal: Oruç Allah’ın en büyük beş emrinden biri. Ve Ramazan-ı Şerif geldiğinde tutulacak. Bir şoför seferidir şehirlerarası çalıştığında.

Taşgetiren: Hep seferi gibi.

Yıldız: Adamın izni de Ramazan’a rastlamıyor. Doğal olarak şöyle bir soru sorabilir miyiz? “Ya bu adam emekli oluncaya kadar oruç tutmayacak mı?” Tutmayabilir.

Taşgetiren: Allah o ruhsatı tanımış.

Yıldız: Tanımış. Şimdi bu bir meşrulaştırma değildir. Meşru çizgileri koruma ve kullanmadır. Peki, bu adam ömür boyu oruçsuz mu geçirecek? Yahu Allah Teâlâ’nın tanıdığı ruhsat suç değildir ki. Emri mübarekse ruhsatı da mübarektir. Hadisi Şerif ne buyuruyor? “Allah verdiği ruhsatları kullanmanızdan da hoşlanır.” diyor. Üstelik ben mesela uzun yolda araç kullanan, bilhassa yolcu taşıyan şoförlerin Ramazan’da oruç tutmamalarını söylüyorum. Can taşıyorlar çünkü. Yani onun küçük bir susuz kalması, gözünün dönmesi cana mâl oluyor. Ramazan-ı Şerif’te Müslümanların ülkelerinde kazalar artmamalı.

Bu çok önemli bir nokta. Allah’ın çizdiği çizgiler ve gevşettiği noktalar belli zaten ve esasen bütün mezhepleriyle fıkıh ele alındığında bu ruhsatlar büyük bir nimet olarak duruyor kulların önünde. Bu tür ruhsat kullanmayı bilmememiz kaçamak işlere sevk ediyor bizi.

Bir dördüncü noktam daha var üstadım ondan sonra alanımıza girelim.

Şimdi bizden önceki Ümmetleri Allah örnek olarak önümüze koyuyor. Yahudiler, Hris­ti­yanlar. Onların elinde de kitaplar vardı. Yani Yahudiler nihayetinde Tevrat isimli bir kitabın ümmetiydiler. Peygamber vardı başlarında.

 

Taşgetiren: Allah’ın gönderdiği ölçüler onlara da ulaştı.

Yıldız: Ulaştı, üstelik de bizim Peygamber Efen­di­miz’den sallallahu aleyhi ve sellem sonra emanet Ebu Be­kir’e kaldı. Peygamber olmayan birine kaldı. Yahudilere günübirlik peygamberler geldi. Ebu Bekir’e de ihtiyaçları olmadı aslında.

Taşgetiren: Peygamber vardı, doğrudan Allah’ın görevlendirdiği.

Yıldız: Yani bir sahabi, Ebu Bekir, Ömer’in elinde değildiler. Bu Ümmet’in büyüklüğüdür ki Ebu Bekir Peygamberin emanetini olduğu gibi aldı ve korudu elhamdülillah. Yahudiler Musa aleyhisselamdan sonra bir peygamberle devam etti. Yuşa aleyhisselam geldi mesela. Musa aleyhisselamdan hemen sonra Yuşa aleyhisselam geldi.

Taşgetiren: Önlerinde Allah’ın elçisi vardı.

Yıldız: Evet Peygamber vardı. İşte buna rağmen meşrulaştırmanın en canlı örneği, ki bizat Kur’an anlatıyor, bu adamlar tarafından yapılıdı. Kur’an-ı Kerim ne diyor? “Tevrat’ın kelimelerini yer değiştirdiler, onu buraya bunu oraya koyarak keyiflerine uygun bir iş yapmaya çalıştılar.” Balık yasağı varsa balık yasağını oltayla değiştirmeye çalıştılar. File attılar, fileden sonra filan gün yasağını deldiler.

Meşrulaştırmanın en kötü örneği Tevrat’la oynayan Yahudilerdir. İncil’le oynayan papaz Hristi­yan­lardır. En kötü örnek.

Taşgetiren: Bunları Kur’an Rab yerine koymak olarak.

Yıldız: Tabi bu meşrulaştırma işlerine geldiği için de meşrulaştırmayı yapan hahamları, papazları kutsallaştırdılar. Neden papaz? Uygun yani, piyasaya uygun haham. Gönül kırmıyor, zengini üzmüyor, kadını üzmüyor.

Taşgetiren: Meşrulaştırmanın en açığını din adamları yapıyor o dönemde.

Yıldız: Balık baştan kokuyor diyelim isterseniz. Balık baştan kokuyor. Bizim Şeriatımızda din adamı olmaz. Herkes dininin adamıdır.

Taşgetiren: Herkes, sade insanlar da onlara bakarak meşrulaştırma zemini arıyorlar.

Yıldız: Hocam, Lazkiye’de yaşayan bir Yahudi cesaret edip Tevrat’la oynayamaz ki. Çarpılırım diye korkar. Kudüs’teki Yahudi oynadığı için Tevrat’la, o papazın, hahamın oynadığı oyun Lazkiye’ye bir sel olarak gitti. Dolayısıyla Kur’an-ı Kerim onları Rab edindiler deyip büyük vebali onlara yüklüyor. Çünkü bir haham, bir papaz sadece kendisini kaydırıyor bir nesli çekiyor arkasından. O, mesela alkolü düğünde kullanabilirsiniz diye bir ruhsat getiriyor, damada izin veriyor. İnsanlar bunu piyasaya yayıyorlar. Sonuç olarak diyebiliriz ki meşrulaştırma, yani bizim çağdaş olarak önümüze çıkan ama Şeriatımızın esasen yok saydığı şeyler maalesef bizden önceki ümmetlerin ayağının kaydığı şeydir.

Taşgetiren: Çok önemli!

Yıldız: Bu çok önemli nokta hocam. Şöyle önemli: Tevrat’ı aldım sizden, deyişi Allah’ın, kaldırdım bu dininizi deyişinin nedeni bu meşrulaştırmadır. Dini yaşamamak değildir Yahudiliğin kaldırılma nedeni. Yani bir nesil geldi, Yahudiliği yaşamıyorlar, onun için kaldırmadı Allah Teâlâ. Yahudiliğe meşru, yeni şekiller sokmaya çalıştıkları için.

Taşgetiren: Tevrat’ı bozdukları için. Allah’ın ayetlerini bozdukları ya da ilave yaptıkları için.

Yıldız: Elhamdülillah bizim Ümmetimizde bu olmadı, biiznillah olmayacak da. Ebu Bekirleri bitmeyecek bu Ümmet’in çünkü. Biri gelecek: “Ben bu göklerin altında duramam Allah’ın kitabı uygulanmazsa!” diyecek muhakkak.

Taşgetiren: İnşallah.

Yıldız: Ama bu çok önemli bir cihad noktası mı bakacağız, tefekkür noktası mı bakacağız. Hangi isimle bakarsak bakalım çok önemli. Çünkü Tevrat’ı kaldırdım, Yahudiliği de nesh ettim, demesinin sebebi Allah Teâlâ’nın insanların namaz kılmamaları, oruç tutmamaları değil. Yahudiliği yaşamamaları değil. Yahudiliğe beşeri bir şekil kazandırmalarıdır. Çünkü Yahudilik ilahi idi. Allah’tan gelmişti. Tevrat Allah’tan geldi, insan kalemi Tevrat’a girdi. İnsan açılımı Yahudiliğin içine girdi, böylece Allah’ın dini olma meziyetini kaybetti Yahudilik. Ondan birkaç zaman sonra da aynı akıbet Hristiyanlığın ve İncil’in başına geldi.

Dördüncü nokta olarak da tespit edip demek istiyoruz ki; bizim Ümmetimiz Kur’an’ın başına, İslam’ın başına bir felaket getirecek bir hata işleyemez. İşlememelidir. Çünkü bu, dinin kaldırılıp yerine orijinalinin getirilmesini gerektirecek çapta büyük bir suçtur. Sıradan bir suç değildir.

Taşgetiren: Yani bu olmayacak.

Yıldız: Asla olmayacak. Ne­den? Çünkü Allah’ın dini evet Peygamber Efendimiz’den sonra bir peygambere emanet edilmedi ama o peygamber için göklerle yeri birbirine katacak kadar heyecanla, samimi, dinine sahip Ebu Bekir’e emanet edildi bu din. Kıyamete kadar da Allah’ın Ebu Bekir gibi dostları bitmeyecek.

Taşgetiren: İnşallah.

Yıldız: Adları başka bir şey ola­cak belki ama bitmeyecek.

Taşgetiren: Kur’an, Kur’an olarak koruma altında.

Yıldız: Neden Allah Tevrat’ı böyle bir koruma altına almadı diye bir soru sormamıza gerek yok. Kaderi ilahisi Allah’ın, Allah böyle takdir etti. Milyonlarca Yahudi’yi nasıl imtihan edecekti Allah? O zaman şeytan da çıkarmaması gerekir mi diyecektik? Yani bu bir imtihandı yaklaşık üç bin sene insanlar bu imtihana maruz kaldılar, kaybettiler bu imtihanı. Davut aleyhisselam gibi bir peygamberin bile kıymetini bilemediler. Süleyman aleyhisselam gibi peygamberin kıymetini bilmediler. İsa aleyhisselam gibi peygamberin kıymetini bilip peşinde toparlanamadılar. Dolayısıyla Allahu Teâlâ kıyamet günü yarattığında bu kullarını meçhul bir dosya üzerinden değil, binlerce sene izlenmiş dosyalar üzerinden yargılanacak Yahudiler ve Hıristiyanlar. Dolayısıyla hık etmeye, itiraz etmeye asla hakları olmayacak.

Taşgetiren: Bize gelirsek hocam?

Yıldız: Bu dört noktayı tespit edip meşrulaştırmayı müsaade ederseniz tekrar özetleyeyim. Meşru­laştırma; Şeriat’a ilave etme anlamına geliyor.

İki; biz insanız. İnsan olarak bir taklit hastalığımız var. Taklit sayesinde de öğrenip yaşıyoruz zaten. Dolayısıyla kırk gün bir insana deli dediğimiz zaman delirdiği gibi meşru diye bir şeyi kırk defa bir insana gösterince de sonunda meşru olabiliyor. Bu yüzden “aman dinin önünde duranlar çok hassas olmalıdırlar” diyoruz. “Aman anne-baba çocuğuna karşı çok hassas olmalıdır” diyoruz. “Aman bir vakıf başkanı, bir cemaatin, bir grubun önünde duran ağabey, büyük efendi, halife ne ise aman dikkat etsin o sakın sol elle bir bardak su içmesin. Çünkü bir ağabey, bir hoca efendi kazara sol elle bir bardak su içse -sağ eli felçli bile olsa- sol elle su içmek meşrulaşacaktır. Çünkü insanlar kırk gün deli deyince delirdikleri gibi kırk defa bir hatayı görünce onu meşrulaştırıyorlar.

Üçüncü noktamızda dedik ki; azimet ve ruhsat diye bir nokta var. Azimet; Allahu Teâlâ’nın temel çizgilerdir. Ruhsat da o çizgilere açtığı genişlik kapılarıdır. Aslını baki tutuyor, kaldırmıyor ama kulun yolculukta, hastalığında, sıkıştığında, borca düştüğünde açabileceği, kullanabileceği toleranslar var. Dolayısıyla Allah temeli koyduğu gibi toleransları da koymuştur. Hoca efendilerin, İmamı Azamların tolerans koyma hakkı yoktur. Ebu Hanife rahmetullahi aleyh dinin tolerans bölümlerini keşfeden birisi değildir. Çünkü tolerans da dinin kendisinde var zaten. Kendisinde olanı keşfedip bu o bölümden midir, bu bölümden midir diye çalışma yapan biridir müçtehit. Müçtehit; din koyan biri değildir, ictihad da dine ilave koymak değildir.

Dördüncü nokta olarak da tespit ettiğimiz bu meşrulaştırma yani dinin aslında olmadığı hâlde, “bu da dindendir” diye algı geliştirmek basit bir suç değildir, bizden önceki Yahudiliğin, Hıristiyanlığın kaldırılıp yerine İslam’ın getirilmesinin nedenidir bu. Yahudiler bilhassa dini unutmadılar hiçbir zaman. Hıristiyanlıkta dinin unutulduğu zamanlar da oldu. Ama Yahudiler deyim yerindeyse onların sözlüğünün icabı olarak hep dindardılar, hâlâ da din devleti yaşıyor adamlar güya. Ama Yahudiliğin cinayeti, Hıristiyanlığın cinayeti kendi kafalarından bir kelime bile olsa Allah’ın kitabına ilave etmeye cüret göstermiş olmalarıdır. Bu çok büyük bir cinayet.

Taşgetiren: Kitaplarını Allah’ın kitabı olmaktan çıkarmışlar.

Yıldız: Bir harf, bir kelime ilave ettiğin zaman Allah’ın kitabı olmaktan çıkar o. Çünkü Allah’ın kitabı olduğu gibi Allah’tan geldiği şekli korunduğu zaman Allah’ın kitabıdır. Öbür türlü içinde Allah’tan sözler bulunan kitap haline gelir. Din için de geçerli bu. Bu sebeple Kur’an’ımız Allah’ın haramlarından birini yok saymayı mesela zinayı “yok, yasak değil” demeyi büyük bir cürüm Allah’a başkaldırmak kabul ettiği gibi helale haram demeyi de bu suç içinde görüyor. Mesela; “inek sütü haramdır” diyenle, “alkol helaldir” diyen aynı günahın sahibidir. İnek sütüne Allah helal dediyse kul çıkıp haram diyemez.

Taşgetiren: Helali haram yapmak da haramı helal yapmak da aynı suçun içine giriyor.

Yıldız: “Faiz haramdır, buna helal diyen kâfir olur” diyoruz ya “ticaret haramdır” dese birisi aynı suçu işlemiş olur. Yani negatifi pozitif yapmak da suç, pozitifi negatif yapmak da suç. Neden ama? Çünkü bu kulun çizgisini aşmasıdır. Kul çizgi aşıyor.

Taşgetiren: Ölçü koymak kulun işi değil.

Yıldız: Kulun işi değil, çok güzel, kulun işi değil. Kulun vazifesi “peki” demektir, itaat etmektir becerebildiği kadar. Kul da kendi bireysel olarak veya işte toplum olarak parlamento olarak neyse artık toplanıp bir meclis, vakıf konseyi toplanıp Şeriat koyuyorlar, meşrulaştırma yapıyorlar olduğu zaman cinayet başladı demektir. Allah muhafaza buyursun. Bunun için kul haddini bilecek. Önceki ümmetlerin başına gelen büyük felaket Allah’ın dinine yenilik ilave etme bazı şeyleri meşru kabul etme meşru değilse bile “bundan sonra meşrudur” demenin o dini toptan Allah’ın kaldırması kadar, nesh etmesi kadar ağır bir suç ihtiva ettiğini, böyle bir dosyanın içinde durduğunu bilmeli. Elhamdülillah, Kur’an’ımızın başına böyle bir felaket gelmeyecek, gelse bin dört yüz senedir kaç yüz defa böyle komplolar oldu, Kur’an’ımız ilk günkü tazeliğiyle duruyor elhamdülillah.

KAYNAK: Ahmet TAŞGETİREN, Altınoluk Dergisi, Mayıs, Sayı:339,

İkra İlim Meclisi

 

CEVAP VER

Please enter your comment!
Please enter your name here

Bu site, istenmeyenleri azaltmak için Akismet kullanıyor. Yorum verilerinizin nasıl işlendiği hakkında daha fazla bilgi edinin.