Peygamberimizin Vefası

0
1891

Peygamberimizin Vefası

Peygamberimzin Vefası

Vefâ; sözünde durma, kendini seveni unutmama, ilgiyi kesmeme gibi anlamlara gelir.

Tarih,  başta peygamberler olmak üzere pek çok vefâkâr insana tanıklık etmiştir. Bunlar arasında Peygamberimizin (s.a.s) mümtaz bir yeri vardır. Çünkü Cenâb-ı Hakk, kıyamete kadar gelecek olan bütün insan ve cinler için, duyduğu sonsuz güvenden dolayı onu “elçi” olarak seçmiş ve görevlendirmiştir. O da bu görevi hakkıyla yerine getirmiştir.

Peygamberimiz (s.a.s)’in Vefasından bazı örnekler :

 

Anne Hakkı

Bir arkadaşı O’na (asm) annesini şikâyet eder.

“Huyu ve ahlakı kötü.” der. O (asm) cevap verir.

“Ama seni dokuz ay karnında taşırken kötü huylu değildi.” Arkadaşı tatmin olmamıştır.

“Ey Allah’ın Elçisi! Gerçekten kötü huylu.”

“Ama seni iki sene emzirirken kötü huylu değildi.” Adam yine de ısrar eder. O (asm) da devam eder:

“Senin yüzünden uykusuz kalırken kötü huylu değildi.” Arkadaşı dayanamaz.

“Ama ben de karşılığını ödedim.”

“Ne yaptın?”

“Sırtımda taşıyarak hac yaptırdım.” Hz. Muhammed (asv)’in dudaklarında acı bir tebessüm belirir.

“Bir tek doğum sancısının bile karşılığını ödemiş olmadın.”

(İbrahim Refik, Güllerin Efendisi, s.32.)

Ebubekir Beni Doğruladı

Hz. Ebubekir (ra) ve Hz. Ömer (ra) tartışırlar. Hz. Ebubekir (ra)’in üzgün olduğunu görünce müdahale eder, arkadaşlarını karşısına toplar ve:

“Allah beni size peygamber olarak gönderdi. Siz bana yalancı dediniz, Ebubekir doğruladı. Siz bana düşmanlık ettiniz, o canıyla, malıyla siper oldu. O günler hatırına arkadaşıma bundan sonra kimse ilişmesin.” der.

O günden sonra herkes Hz. Ebubekir (ra)’i kırmamaya özen gösterir.

(M. Yusuf Kandehlevi, Hayatü’s-Sahabe, I/6l.)

Önce Sürüyü Sahibine

Hayber’de Yahudilerle savaşılmaktadır. O bölgede ücretle çobanlık yapan bir zenci Müsluman olmaya karar verir. Hz. Muhammed (asv)’in yanına gelir ve isteğini söyler. Fakat Hz. Muhammed (asv) hemen kabul etmez.

“İlk önce sürüyü sahibine teslim etmen gerekir. Müslüman olman ve bizimle beraber savaşa katılmak istemen, üzerindeki emanetin sorumluluğunu ortadan kaldırmaz.” der.

Çoban kendine söyleneni yapar. Önce sürüyü tastamam sahibine iade eder, sonra yeni girdiği dinin gereğine koşar.

(Prof. Dr. Hüseyin Algül, Alemlere Rahmet Hz. Muhammed, s.l33.)

Hatice’nin Arkadaşı

Hz. Hatice (r.anha), O’nun (asm) otuz sekiz yıllık evlilik yaşamının yirmi beş yılını aynı yastığa baş koyarak geçirdikleri, yedi çocuğundan altısına analık etmiş olan ilk eşi, ilk göz ağrısıdır.

Hz. Hatice (r.anha)’nin vefatından kendi vefatına kadar her bahaneyle Hz. Hatice (r.anha)’ye duyduğu sevgiyi tekrar eder.

Hz. Ayşe (r.anha) ile evli olduğu zamandır. Yaşlı bir kadın evlerini ziyaret eder. Hz. Muhammed (asv) onu tanımıştır. Fakat yine de ismini sorar. Kadın

“Cessame (Çirkin şey)”, diye cevap verir. Hz. Muhammed (asv) düzeltir:

“Hayır! Sen Cessame değil, Hassane’sin! (Güzel şey).” Bunun dışında da, yaşlı kadına yaptığı iltifatların çokluğu Hz. Ayşe (r.anha)’nin dikkatini çeker ve kadın gittikten sonra sormaktan kendini alamaz.

“Ey Allah’ın Elçisi! Bu kadına ne çok iltifat ettiniz?”

Hz. Muhammed (asv), gözleri dolarak cevap verir:

“Bu kadıncağız Hatice’nin arkadaşı idi, onunla evli olduğumuz yıllarda bizi sık sık ziyaret ederdi.”

(M. Yusuf Kandehlevi, a.g.e., III/336.)

Hediyeyi Hatice’nin Arkadaşına

Hz. Hatice (r.anha) vefat edeli yıllar olmuştur. O, Mekke topraklarında yatmaktadır. Hz. Muhammed (asv) ise hicret ederek Medine’ye gelmiştir. Hatice (r.anha)’nin arkadaşlarından bir kadın da hicret edenler arasındadır. Hizmetçisi Malik oğlu Enes’in anlatımıyla Hz. Muhammed (asv)’e bir şey hediye edildiğinde çoğu kez, gelen hediyeyi o kadına yollamakta ve:

“Çünkü o Hatice’nin arkadaşı idi, Hatice’yi çok severdi.” demektedir.

Hz. Muhammed (asv), Hatice (r.anha)’yi, ilk göz ağrısını hiç unutamamıştır.

(Kadı iyaz, Şifa-yı Şerif, s.126.)

Hatice’nin Kız Kardeşi

Hz. Hatice (r.anha)’nin kız kardeşi Hale’nin sesi ablasına çok benzemektedir. Bir gün huzuruna girmek için bir kadın sesi Hz. Muhammed (asv)’den izin ister. Sesi duyan Hz. Muhammed (asv) sarsılır, içinden dua eder;

“Allah’ım! Bu izin isteyen kimse inşaallah Hale’dir!”

Gerçekten de izin isteyen kimse Hale’dir. Hatice (r.anha)’yi hatırlatan bir yadigâr.

(Ed: Prof. Dr. i. Lütfi Çakan, Hazreti Peygamber ve Aile Hayatı, s.77.)

Hatice’nin Kolyesi

Bedir Savaşı sonunda ele geçirilen esirlerden biri de Ebu’l As’tır. Yani Peygamber (asm)’in damadı. Kızı Zeyneb’in kocası. Eşi Hz. Zeynep (r.anha), Ebu’l As’ın kurtuluş ücreti olarak, annesi Hz. Hatice (r.anha)’nin ona evlenirken taktığı altın kolyeyi gönderir.

Esirler için Mekke’den gönderilen kurtuluş ücretleri arasında yıllar önce vefat etmiş Hatice (r.anha)’nin kolyesini gören Hz. Muhammed (asv)’in gözleri yaşla dolar, arkadaşlarına:

“Eğer kabul ederseniz bu kolyeyi Zeyneb’e iade edeyim ve Ebu’l As’ı da karşılıksız olarak salıverelim.”, der. Durumun duyarlılığının farkına varan arkadaşları:

“Hay hay ey Allah’ın Elçisi; siz nasıl isterseniz öyle olsun.”derler.

Hatice (r.anha)’nin kolyesi Zeynep (r.anha)’de kalır.

(Afzalur Rahman, Siret Ansiklopedisi, II/225.)

Hatice’den Daha Hayırlısı

Hz. Ayşe (r.anha), Hatice isminin Hz. Muhammed (asv)’in ağzından hiç düşmemesi karşısında bir gün dayanamaz, der:

“Ey Allah’ın Elçisi! Allah sana Hatice’den daha gencini, daha güzelini ve daha hayırlısını nasip etmedi mi?

Kastettiği kendisidir. Hz. Muhammed (asv), vefat etmiş olan ilk göz ağrısına duyduğu vefa adına günün sevgilisinin kalbini kırma pahasına cevap verir.

“Hayır! Yemin ederim ki Allah bana ondan daha hayırlısını nasip etmedi. Herkes benim peygamberliğimi inkâr ederken o beni onayladı. Herkes beni yalancılıkla suçlarken o beni doğruladı. Kimse bana bir şeycik vermezken, o malını-mülkünü benim emrime verdi. O bana altı tane çocuk verdi.”

Hz. Ayşe (r.anha) söylediğine pişman, suskunlaşır.

(Ed: Prof. Dr. İ. Lütfi Çakan, a.g.e., s.76.)

Altmış Yıl Sonra

Aradan altmış yıldan uzun bir süre geçmiştir. Huneyn Savaşı sonunda ele geçen sütkardeşi ve onun yakınlarının da olduğunu öğrenir. Onları derhal huzuruna getirtir, hatırlarını sorar, hediyeler verir ve azad eder. Bunu öğrenen arkadaşları, Allah’ın Elçisi’nin (asm) sütkardeşinin yakınlarını köle tutmaktan rahatsız olurlar. Ve tüm esirler azad edilir… Hiçbir karşılık alınmadan…

(Abdurrahman Azzam, Peygamberimizin Örnek Ahlakı, s.37.)

Benim Arkadaşlarıma

Medine’ye Habeşistan’dan bir elçi heyeti gelir. Hz. Muhammed (asv) hizmetlerini bizzat görmekte, bütün ihtiyaçlarını kendi elleriyle yerine getirmektedir… Arkadaşları rahatsız olur:

“Ey Allah’ın Elçisi! İzin verin biz hizmet edelim.”, derler. Fakat O kabul etmez. Habeşlileri göstererek ve yıllar öncesine ait bir olayı hatırlatarak:

“Onlar benim Habeşistan’a hicret etmiş olan arkadaşlarıma ikram etmiş, sahip çıkmışlardı. Şimdi ben de bir parça olsun ödeşmek istiyorum ve bundan da zevk duyuyorum.” der.

(Prof. Dr. Hüseyin Algül, a.g.e., s. 139; Kadı İyaz, a.g.e., s.127.)

Kanınız Kanım

Hz. Muhammed (asv) Mekkelilerin kendisini ön yargısız bir biçimde dinlemeye yanaşmamaları üzerine, çevre kabilelere yönelir. Yıllarca da onlara seslenmeye çalışır. Bunlar kendinin ve Müslümanların en zorlu yıllarıdır. Hemen hiçbirinden olumlu yanıt alamaz. Ta ki Medinelilerle karşılaşıncaya kadar. En sonunda Mekke yakınlarında Akabe denen bir yerde birbirleriyle sözleşirler. Yetmiş civarında Medineli yeni Müslüman, bütün dünyaya karşı koyma pahasına da olsa, O’nu (asm); kadınlarını ve çocuklarını korudukları gibi koruyacaklarına söz verirler. Ama içlerinden biri merak edip sorar:

“Ey Allah’ın Elçisi! İlerde başarılı olursan tekrar kendi akrabalarına ve şehrine dönmeyecek misin?”

O kendinden emin cevap verir:

“Kanınız, kanım… Mezarlığınız, mezarım… Ben sizdenim, siz de bendensiniz…”

Ve aynen de öyle olur. Bir gün Mekkeyle beraber bütün Arabistan yarımadası O’nun (asm) egemenliğini kabul eder. Ama O (asm) söz verdiği gibi her seferden sonra Medine’ye döner. Vefat edinceye kadar Medine O’nun (asm) evi ve vatanı olur. Orada vefat eder, oraya gömülür. Hala da Medine’dedir.

(M. Yusuf Kandehlevi, a.g.e., I/112,303.)

Antlaşmaya Vefa

Hudeybiye antlaşması henüz imzalanmıştır. Müslümanların Mekke yakınlarında olduğunu bilen ve Mekkeli gizli Müslümanlardan biri olan Ebu Cendel bunu fırsat bilip, kaçar. Müslümanlara sığınır. Ne var ki antlaşmanın şartlarından biri Mekke’den Müslümanlara sığınan kişilerin geri verileceğine dairdir. Mekkeli delegeler daha mürekkebi kurumamış bu maddenin uygulanmasını isterler. Müslümanlar üzüntülerinden sarsılırlar. Ama söz vermişlerdir. Hz. Muhammed (asv), Ebu Cendel’i karşısına alır:

“Ey Ebu Cendel! Sabret. Sözümüzden dönemeyiz. Allah sana yakında bir yol açacaktır.” der.

Ebu Cendel Mekke’ye iade edilir.

(Afzalur Rahman, a.g.e., I/76.)

Söze Vefa

Gizlice Medine’ye, Hz. Muhammed (asv)’e hicret etmeye çalışan iki Müslüman Mekkeliler tarafından yakalanır. Daha sonra kendilerine, Mekkelilere karşı silah kullanmayacaklarına dair yemin ettirilir ve serbest bırakılırlar. Onlar da hicretlerini tamamlar. Hemen Bedir Savaşı öncesi Medine’ye ve Müslümanlara katılırlar. Verdikleri sözü Hz. Muhammed (asv)’e anlatırlar. Düşman ordusu müslümanlardan üç kat daha kalabalıktır ve savaşçı sıkıntısı çekilmektedir. Buna rağmen Hz. Muhammed (asv) verilmiş bir sözün çiğnenilmesini kabul etmez. Sefer halindeki ordunun içinde bulunan iki arkadaşına da arkada bıraktıkları Medine’yi gösterir ve ekler:

“Siz geriye dönün, her durumda sözünüze uyacağız. Bizim yalnız ve yalnız Allah’ın yardımına ihtiyacımız var.”

(Afzalur Rahman, a.g.e., I/76.)

İki Kat Sevap

Önce Habeşistan’a sonra da Medine’ye hicret etmiş Müslümanlardan Umeys kızı Esma, sadece Medine’ye hicret etmiş olan başka bir Müslümanla tartışır. Her ikisi de Hicret sevabı açısından kendileri gibi olanların daha üstün olduğunu savunmaktadır. En sonunda sorun Hz. Muhammed (asv)’e götürülür:

“Habeşistan’a da hicret etmiş olanlar,  iki kere hicret etmiştir. Sadece Medine’ye hicret edenler ise bir kere.” der.

(Afzalur Rahman, a.g.e., I/46.)

Düşmana Bile Vefa

Mekke’den kendisine elçi olarak gönderilen Ebu Rafi, Medine’de görüp, yaşadıklarının etkisiyle, bir kaç gün içinde Müslüman olur. Bu yeni durumuyla elçiliği de bırakıp Medine’de kalmak ister. Hz. Muhammed (asv) ise kabul etmez:

“Ben ne antlaşmayı bozarım, ne de elçiyi yanımda alıkorum. Mekke’ye döndükten sonra da aynı şekilde düşünüyorsan, geri dönersin, o zaman seni bir kardeşimiz olarak kabul ederiz.”

Ebu Rafi Mekke’ye döner. Hicret eder. Ve bir Müslüman olarak Medine’ye yerleşir.

(Afzalur Rahman, a.g.e., I/76.)

Onları Aynı Mezara

Uhud’da şehid düşen yetmiş iki arkadaşını defnetmektedir. Cemuh oğlu Amr ile Amr oğlu Abdullah’ın cenazelerinin başında durur. Hüzünle dalar gider.

“Bu ikisini aynı mezara koyun. Çünkü onlar dünyada da birbirlerini çok severlerdi.” der.

(Abdurrahman Azzam, a.g.e., s.39.)

Medinelilere Vefa

Vefatından önceki günler… Hastadır… Caminin minberine güçlükle çıkar. Dışarıdan yapılan göçlerle kat kat kalabalıklaşmış olan Medine’nin göçmen halkına seslenir.

“Medine’nin yerlilerine karşı iyi davranın. Çünkü insanlar çoğalıyor fakat onlar artmıyorlar. Onlar bana sığınak olmuşlardı. İyiliklerine iyilikle karşılık verin, kötülük yapanlarını da affedin.”

(Abdurrahman Azzam, a.g.e., s.39.)

Mescidin Hizmetçisi

Medine’deki mescidin temizlik işlerini gören yaşlı, zenci bir hanım vardır. Sessiz, fakir bir Müslümandır. İki-üç gün göremeyince, Hz. Muhammed (asv) merak edip“Nerededir?” diye sorar… Arkadaşları vefat ettiğini ve sessizce gömdüklerini söylerler… Alınır:

“Bana da haber vermeli değil miydiniz?” der.

Mezarının başına gider ve yeni baştan cenaze namazını kıldırır.

(İbrahim Refik, a.g.e.. s.65.)

Annemden Sonra Annemdi

Sekiz yaşında dedesi de vefat edince sorumluluğunu amcası Ebu Talib üstlenir. Hanımı Esad kızı Fatma ile küçük Muhammed’e yetimliğin acısını hissettirmemek için ellerinden geleni yaparlar. Peygamberliğinden sonraki yıllarda önce amcası ardından da yengesi vefat eder. Özellikle yengesinin vefat haberine çok üzülür.

“Bugün sevgili annem vefat etti.” der.

Gömleğini kefen olarak verir. Yetmiş kez tekbir aldırarak cenaze namazını kıldırır. Kabre önce kendisi uzanıp, bir süre yatar. Arkadaşları o güne kadar bir benzerini görmedikleri bu olağanüstü ilginin sebebini sorarlar.

“O benim annemden sonra annemdi.” diye cevap verir.

(İbrahim Refik, a.g.e., s.47.)

Çağırılsam Giderim

Gençlik yıllarıdır. Bütün Arabistanla beraber Mekke’de de haddini aşmış olan zulüm ve haksızlıklar bazı vicdan sahiplerini harekete geçmeye zorlar. Ve aralarında Hz. Muhammed (asv)’in de bulunduğu, insani hassasiyetlerini hala canlı tutan bir grup Mekke’de bir evde toplanırlar. “Hılfu’l-Fudul” adı verilen bir antlaşma yaparlar. Bundan böyle hiçbir Mekkeli’nin veya misafirin güçsüz ve yalnız olduğu için haksızlık görmesine izin verilmeyecektir.

Aradan yaklaşık kırk yıl geçer. Artık bir devlet başkanı ve peygamberdir. Bir gün gençliğinde katıldığı o antlaşmayı hatırlar ve der:

“Cüdan oğlu Abdullah’ın evinde öyle bir antlaşmaya katılmıştım ki, onu Arapların en değerli mallarına bile değişmem. Bu gün de o antlaşmanın gereği olarak çağırılsam, giderim.”

(İbrahim Refik, a.g.e., s.47.)

Kucağında Şehid Olur

Medine’nin ilk Müslümanlarından, her sıkıntılı gününde en yakınında yer alanlarındandır Muaz oğlu Sa’d. Yahudilerle yapılan bir savaşta ölümcül bir yara alır. Günlerce can çekiştikten sonra nihayet ölüm anı gelir. Hz. Muhammed (asv) başucundadır. Sad’ın yarası açılır ve kan fışkırmaya başlar. Birbirlerine sarılmak için hamle yaparlar. Fışkıran kan Hz. Muhammed (asv)’in yüzünü, sakalını ve elbisesini kızıla boyamaktadır. Arkadaşları üstü başı leke olmasın diye onları birbirlerinden ayırmaya çalışırlarken Sad ve Hz. Muhammed (asv) birbirlerine kenetlenirler. Şimdi ikisi de gözyaşına boğulmuştur. Sa’d Hz. Muhammed (asv)’in kucağında son nefesini verir.

(M. Yusuf Kandehlevi, a.g.e., III/8.)

Zeyd Evlatlığımdır

Peygamberlik öncesi dönemdir. Kölesi Harise oğlu Zeyd’in babası ve amcaları yıllarca süren aramalardan sonra Mekke’ye gelip oğullarını bulurlar ve Hz. Muhammed (asv)’den onu kendilerine satmasını rica ederler. O tebessümle cevap verir:

“Kendisine sorun, gitmek istiyorsa, hürdür, para gerekmez.” der.

Harise oğlu Zeyd ise Hz. Muhammed (asv)’i tercih eder.

Başta akrabaları herkes şaşırmıştır. Zeyd’in bu jesti üzerine elinden tutarak onu Mekke’nin ana meydanına, Kâbe’nin önüne götürür ve yüksek sesle Mekkelilere duyurur:

“Bu benim kölem Harise oğlu Zeyd, artık hürdür ve benim evlatlığımdır!..”

Ve Zeyd o günden sonra Muhammed oğlu Zeyd diye çağrılmaya başlanır.

(Afzalur Rahman, a.g.e., I/45)

CEVAP VER

Please enter your comment!
Please enter your name here

Bu site, istenmeyenleri azaltmak için Akismet kullanıyor. Yorum verilerinizin nasıl işlendiği hakkında daha fazla bilgi edinin.