“Siz insanlar için çıkarılmış en hayırlı ümmetsiniz” (Âl-i İmran, 3/110) ayeti hakkında Hz. Ömer şöyle demiştir: “Eğer Allah Teâlâ dileseydi ‘Küntüm’ (ümmettiniz) lafzı yerine ‘Entum’ (ümmetsiz) lafzını kullanırdı. İşte o zaman hepimiz kastedilmiş olurduk. Fakat Cenabı Hak sadece Hz. Muhammed’in eshabı için hassaten ‘Küntüm’ lafzını kullanmıştır. Kim sahabenin izinden giderse, onlar da insanlar için çıkarılmış en hayırlı ümmet olurlar”[1]
– Hz. Ömer bu ayeti okuduktan sonra “Ey insanlar! Kim bu ayetin şümûlüne girmek istiyorsa Allah’ın buradaki şartını yerine getirsin” demiştir.[2]
İbn Mes’ud şöyle demiştir: “Allah kullarının kalbine baktı ve Muhammed’i seçip, onu peygamberlikle gönderdi. Onu ilmiyle seçti. Onun ardından insanların kalbine Allah Teâlâ yine baktı ve ona sahabîler seçti. Onları dininin yardımcıları, peygamberinin de vezirleri olarak kıldı. Müminlerin güzel gördüğü güzeldir. Müminlerin çirkin gördüğü de Allah katında çirkindir”[3]
İbn Ömer şöyle demiştir: “Takip edecek olanlar, ölen kimselerin yolunu takip etsinler ki bunlar Hz. Muhammed’in ashabıdırlar. Onlar bu ümmetin en hayırlısıdırlar. Kalb bakımından en doğruları, ilim bakımından en derinleri, tekellüf (zahmete katlanma) bakımından en azlarıdır. Onlar öyle bir kavimdir ki Allah onları peygamberinin sohbetine almış ve onları dinini insanlara nakletmek için seçmiştir. Binaenaleyh ahlâk ve gidişatınızı onların ahlâk ve gidişatlarına benzetin. Onlar Muhammed’in arkadaşları idiler ve andolsun ki onlar doğru yoldaydılar”[4]
– İbn Mes’ud şöyle demiştir:
“Siz oruç, namaz ve içtihad bakımından Hz. Muhammed’in ashabından daha fazlasını yapsanız da, onlar sizden daha hayırlıydılar”. Dinleyenler
“Ey Ebu Abdurrahman! (Bu tabir İbn Mes’ud’un künyesidir) Niçin böyle?” diye sorduklarında, İbn Mes’ud şöyle cevap verdi:
“Onlar dünya hususunda daha zahid idiler, ahirete ise daha fazla rağbet ediyorlardı”[5]
– Abdullah b. Mes’ud bir kişinin “Dünyada zahid olanlar ve ahireti isteyenlernerede?” dediğini işitince şöyle dedi: “Onlar Cabiye halkıdır.[6] Müslümanlardan beşyüzü şehid düşünceye kadar savaşıp gerigelmemeyi şart koştular. Böylece başlarını traş ettiler, düşman ile karşı karşıya geldiler. Bunların haberini getiren kişi müstesna diğerleri hep şehid düştüler”[7]
– İbn Ömer, bir kişinin “Dünyada zahid olup, ahirete rağbet edenler nerede?” dediğini işitince ona Hz. Peygamber’in, Hz. Ebubekir’in ve Hz. Ömer’in kabirlerini gösterdi ve “İşte senin sorduğun bunlardır” dedi.[8]
– Ebu Erîke şöyle anlatmaktadır: Hz. Ali’nin peşinde sabah namazını kıldım. Hz. Ali sağ tarafına selam verdiğinde epey durdu. Sanki Hz. Ali’nin üzerinde bir musibet vardı. Bu duruş güneş mescidin duvarına vuruncaya kadar devam etti. Güneş bir mızrak kadar yükseldi. Hz. Ali iki rekâtı kıldıktan sonra elini evirdi, çevirdi ve şöyle buyurdu: Allah’a yemin ederim ki, Rasûlullah’ın ashabını gördüm fakat ben bugün onlara benzer bir şey görmüyorum. Onlar benzi uçmuş, tozlu-topraklı, gözlerinin arasında keçinin dizi gibi kararmış noktalar bulunduğu halde sabahlarlardı. Bütün gece Allah’a secde ve kıyam ederler, Allah’ın kitabını okurlar ve alınları ile ayakları arasında uyuklar, istirahat ederlerdi. Sabah olup Allah’ı zikrettiklerinde de rüzgârlı günde sallanan ağaç dalları gibi sallanırlardı. Gözleri yaşarır, elbiselerini ıslatacak kadar ağlarlardı. Allah’a yemin ederim ki bu topluluk ise (arkasındakileri kastediyor) gaflet içerisinde gecelemişler, sonra da uyumuşlardır”.
Bu sözlerden sonra Allah’ın düşmanı, fasık ve bağî olan Abdurrahman b. Mülcem kendisini şehid edinceye kadar Hz. Ali’nin yüzünün güldüğünü kimse görmedi[9]
– Dırâr b. Damre el-Kinanî, Muaviye’nin huzuruna girdi. Muaviye Dırâr’a
‘Bana Ali’nin özelliklerini anlat’ dedi. Dırâr
‘Ey müminlerin emiri! Beni mazur görünüz’ deyince, Muaviye
‘Hayır, mutlaka anlatacaksın’ dedi. Dırâr
‘Mutlaka onu anlatmam gerekirse, o emin, hedefi uzak, kuvvetli bir kimseydi. Hakkı söylerdi, adaletle hükmederdi. İlim onun her tarafından akardı. Hikmet onun her yanından konuşurdu. Dünyadan ürker, dünyanın ahmaklığından kaçardı. Geceye ve karanlığa ünsiyet verirdi. Allah’a yemin ederim, o çokça ağlardı. Çok ve uzun düşünürdü. Elini evirip çeviriyor, kendi nefsine hitab ediyordu. Basit yemekler, kısa (ucuz) elbiseleri severdi. Allah’a yemin ederim ki o içimizden biri gibi değildi. Ona gittiğimizde bizi kendisine yaklaştırır, sorduğumuz sorulara cevap verirdi. O bize, biz ona yakın olmamıza rağmen heybetinden onunla konuşamazdık. Eğer gülerse ipe geçirilmiş inciler gibi olan dişleri görünürdü. Din ehlini tazim ederdi, fakirleri severdi. Kuvvetli bir kimse bâtılında onun kendisine yardım edeceği ümidine kapılmazdı. Zayıf bir kimse de onun adaletinden ümitsiz olmazdı. Allah’ı şahid tutarım ki, onu bazı yerlerde gördüm, gece karanlığı çökmüş, yıldızlar derinliklere çakılmış olduğu halde, mihrabında mübarek sakalını tutmuş, yılanın soktuğu bir kimse gibi kıvranıyordu. Hazin bir kimsenin ağlaması gibi ağlıyordu. Sanki onu şu anda dinliyorum ve Rabbim! Rabbim’ sesleri kulağımdan gitmiyor. O Allah’a yalvarıyor ve sonra dünyaya hitaben şöyle diyordu: “Beni mi aldatmak istiyorsun? Beni mi göze aldın? Heyhat, heyhat! Git, başkasını aldat. Seni üç talakla boşadım. Ömrün kısadır. Meclisin hakir, kıymetsizdir. Tehliken kolayca gelir. Ah, ah, azık azdır. Sefer uzak, yol vahşet içerisindedir!”
Bu sözleri dinleyen Muaviye’nin gözyaşları sakalının üzerine dökülmeye başladı. Gözyaşlarına hakim olamıyordu. Yenleriyle gözyaşlarını siliyordu. Etrafındaki halk ağlamaya başlamıştı. Muaviye
‘İşte Ebu’l-Hasan böyleydi. Allah ona rahmet eylesin. Ey Dırâr! Onun için duyduğun üzüntünün derecesi ne?’ diye sordu. Dırâr
‘Tek çocuğu kucağında kesilmiş, gözyaşları bir türlü durmaz, üzüntüsü bir türlü sükûn bulmaz bir kadının üzüntüsü gibidir’ dedikten sonra kalkıp Muaviye’nin huzurundan çıktı.[10]
– İbn Ömer’e Hz. Peygamber’in ashâbının gülüp gülmedikleri sorulduğunda ‘Evet gülerlerdi ama iman onların kalplerinde dağlardan daha yüce idi’ dedi.[11]
– Hz. Ömer, yüklerini deri içinde taşıyan Yemenli bir kafile gördüğünde ‘Kim Allah Rasûlü’nün ashabına benzeyen kimselere bakmak istiyorsa, işte bunlara baksın’ dedi.[12]
– Ebu Ubeyde b. Cerrah (r.a.) veba hastalığına tutulduğu zaman (ki bu hadise Ramle ile Beyt’ul Makdis arasında bulunan Nevas köyünde hicretin 18’inci senesinde olmuştur. Burada İslâm ordusunun karargâhı bulunuyordu ve başkumandan da Ebu Ubeyde idi) Muaz b. Cebel’e halka namaz kıldırmasını emreder ve Muaz halka imam olur. Sonra Ebu Ubeyde b. Cerrah vefat edince Muaz, halka şöyle hitabeder: ‘Ey nas! Günahlardan kesin bir tevbe ile Allah’a dönün. Çünkü Allah’ın kulu günahından tevbe ederek Allah’a yöneldiğinde onu affetmek Allah’ın adaletine düşer’. Sonra da şöyle der: ‘Ey insanlar! Siz öyle bir kişinin ölümüyle musibetdâr oldunuz ki, Allah’a yemin ederim Allah’ın kullarından hiçbirisini görmedim ki yaş bakımından ondan daha genç, daha temiz kalpli, daha doğru, insanları felakete sürmek bakımından ondan daha uzak, akıbeti sevmek bakımından ondan daha şiddetli, halka nasihat etmek bakımından ondan daha nasihatçı olsun. Ona rahmet okuyun ve sonra namazını kılmak için sahraya çıkın. Allah’a yemin ederim ki artık hiçbir zaman onun gibisi size kumandan olmayacaktır!’
Halk sahrada toplandı. Ebu Ubeyde’nin cenazesi getirildi. Muaz imam olarak namazı kıldırdı. O kabre getirildiğinde, Muaz b. Cebel, Amr b. el-As, Dahhak b. Kays kabrine indiler. Onu lahde koyup çıktıktan sonra toprakla örttüler ve Muaz b. Cebel ‘Ey Ebu Ubeyde! Yeminim olsun, seni öveceğim ve bâtıl, asılsız şeyler de söylemeyeceğim. Bâtılın Allah’ın gazabını getirip bana yüklemesinden korkuyorum. Bildiğim kadarıyla sen Allah’ı çokça zikredenlerdendin. Yeryüzünde sakin yürüyenlerdendin. Cahillerin hitabına maruz kaldıklarında, onlara selamla karşılık veren kimselerdendin. İnfak ettiklerinde israfa kaçmayan, cimrilik yapmayan, bu iki haslet arasında olanlardandın. Sen Allah’a yeminim olsun ki Allah’tan korkan ve tevazu gösterenlerdendin. Mütevazi olan, yetime ve miskine merhamet eden, kibirli ve hain kimselere buğzeden kimselerdendin!'[13]
– Abdullah b. Abbas Muaviye’nin huzuruna girmek için izin istedi. O anda Kureyş’in bütün kabilelerinden Muaviye’nin yanında oturanlar vardı. Said b. As onun sağ tarafında oturuyordu. Muaviye, Abdullah b. Abbas’ın geldiğini görünce
‘Ey Said! Allah’a yemin ederim, bugün İbn Abbas’a öyle sualler soracağım ki cevap vermek onu yoracaktır’ dedi. Said
‘İbn Abbas gibi bir insan senin suallerinin cevabından yorulmaz’ diye karşılık verdi. Abdullah b. Abbas oturduktan sonra Muaviye ona
‘Ebubekir hakkında ne dersin?’ diye sordu. İbn Abbas da şöyle cevap verdi:
‘Allah Ebubekir’den razı olsun. Allah’a yemin ederim ki Ebubekir Kur’an’ı çok okur, dünyaya meyletmekten uzak kalır, kötü konuşmazdı. Münkeri nehyeder, dinini iyi bilirdi. Allah’tan korkar, geceleyin ibadet eder, gündüzleri oruç tutardı. Dünyasında sağlamdı.İnsanlara adaleti uygulamakta azimliydi. Marufu emrederdi ve kendisi de yapardı. Bütün hallerinde Allah’a şükrederdi. Sabah-akşam Allah’ı zikrederdi. Nasihatlarla nefsini tezkiye ederdi. Takva, iffet, zühd, temizlik hususlarında arkadaşlarından üstündü. Binaenaleyh onun aleyhinde konuşan, onu ayıplayan kimseye Allah kıyamet gününe kadar lanet yağdıracaktır’.Muaviye
‘Peki Ömer b. Hattab hakkında ne diyorsun?’ dedi. İbn Abbas şöyle konuştu:
‘Allah Ebu Hafs’dan razı olsun. Allah’a yemin ederim ki o İslâm’ın dostuydu, yetimlerin sığınağıydı. İmanın merkezi idi. Zayıfların, korkanların kalesiydi. Halk için bir sığınaktı. Halka yardımcıydı. Allah için çalıştı, sabır gösterdi, yaptıklarının karşılığını Allah’tan istedi. Allah da dini galib getirdi, memleketler fethedildi. Allah yeryüzünün çeşitli yerlerinde zikredildi. Sahralarda, tepelerde, etraflarda, bölgelerde hep Allah zikredildi. Ömer fahiş sözleri söylemek anında vakurdu. Korkunç devirlerde de, genişlikte de Allah’ı çokça zikrederdi. Her zaman Allah’ı zikrederdi. Kim ona buğzederse, Allah kıyamet gününe kadar ona lanet edecektir’ dedi. Muaviye
‘Peki Osman b. Affan hakkında ne düşünüyorsun?’ diye sordu. İbn Abbas şöyle dedi:
‘Allah Ebu Amr’dan razı olsun. Allah’a yemin ederim, o insanların en cömerdi, halkın en merhametlisi, en sabırlısıydı. Seferler zamanında ibadet eder, Allah’ı zikir anında çokça gözyaşı dökerdi. Gece gündüz daima düşünür, iyilik ve faziletlere koşardı. Her kurtarıcı noktaya tehlikeden kaçan bir kimsenin kaçışı gibi kaçardı. Asker ve kuyu sahibi idi. (İbn Abbas bu sözüyle Hz. Osman’ın Tebûk gazvesinde sıkıntılı orduyu büyük bir mal ile teçhiz ettiğine ve bir yahudiden Rume kuyusunu satın alıp Medineli müslümanlara vakfettiğine işaret etmektedir). Hz. Peygamber’in iki kızına koca olmak suretiyle onun damadıydı. Kim ona söverse Cenabı Hak kıyamete kadar ona nedamet (pişmanlık) verecektir’. Muaviye
‘Peki Ali b. Ebî Talib hakkında ne düşünüyorsun?’ dedi. İbn Abbas şöyle dedi:
‘Allah Ebu’l-Hasan’dan razı olsun. Allah’a yemin ederim ki, o hidayetin nişanı, takvanın verasıydı. Aklın yuvası, güzellik ve zerafetin dağı, gece karanlığında yürüyüşün nuruydu. En büyük delile insanları çağırır, daha önceki sahifelerin içindekileri bilirdi. Kur’an’ın teviline vakıftı. Daima hidayet sebeplerine sarılır, haksızlık ve zulmü terkederdi. Tehlike yollarından hakka meyletmiş, gönül vermişti. İman eden ve Allah’tan korkanların hayırlısıydı. Gömlek giyenin, aba takanın efendisiydi. Hac ve umre yapanın efdaliydi. Adalet yapanların en müsamahakârıydı. Peygamberler ve hasseten Rasûlü (s.a.v)Ekrem müstesna dünya ehlinin en hatibiydi. İki kıbleye de yönelip namaz kılmıştı. Acaba ehli tevhidden ona denk olan var mıdır? Kadınların en hayırlısının kocası idi. Rasûlullah’ın iki torununun babasıydı. Gözüm onun gibisini görmedi ve kıyamete kadar da görmeyecektir. Kim ona lânet okursa, Allah’ın ve bütün kulların lâneti kıyamete kadar onun üzerine olsun!’ Muaviye
‘Peki Talha ve Zübeyr hakkında ne diyorsun?’ diye sorunca İbn Abbas şöyle dedi: ‘Allah onların ikisine de rahmet eylesin! And ederim onlar afif (doğru) kişilerdi. Müslüman idiler, tahirdiler. Şehid idiler, âlimdiler. Her ne kadar bir kez ayakları sürçtüyse de İslâm’a daha önceki yardımlarından, peygamberine daha önceki sohbetlerinden ve güzel fiillerinden ötürü Cenab-ı Hak onların bu sürçmelerini affedecektir!’ Muaviye bu sefer
‘Peki Abbas hakkında ne diyorsun?’ diye sordu. İbn Abbas şöyle dedi:
‘Allah Ebu’l Fadl’dan razı olsun. Allah’a yeminim olsun ki, o Rasûlullah’ın babasının özbeöz kardeşi idi. Rasûlullah’ın gözaydınlığıydı. Kavimlerin sığınak yeri ve efendisi idi. O Amcaların efendisiydi. Emirleri bilmek, neticeleri çözmek bakımından uzak görüş sahibi idi. İlim onu süslemişti. Onun fazileti zikredildiğinde soylar ve soplar yıkılırdı. Onun aşiretinin şanı zikredildiğinde sebebler uzaklaşırdı. Nasıl böyle olmasın ki? Onu yeryüzünde yürüyenlerin en hayırlısı, Kureyş’ten yürüyenlerin iftiharı Abdulmuttalib yetiştirmişti'[14]
[1] İbn Cerir, İbn Ebi Hatim (Süddi’den)
[2] İbn Cerir, (Katade’den); Kenz’ul-Ummal, 1/238
[3] Ebu Nuaym, Hilye, 1/375; İbn Abdilberr, İstiab, 1/6; Tayalisi, sh. 33
[4] Ebu Nuaym, Hilye, 1/305
[5] Ebu Nuaym, Hilye, 1/136
[6] Cabiye, Şam memleketinin Havran’da bir köyünün ismidir. Casimiye ile Neva arasına düşer. Hz. Ömer zamanında İslam ordusunun merkezi idi. Hz. Ömer Şam’a geldiğinde oraya gelir ve askerlere buyruklarını orada verirdi. O şimdi harabe halindedir. Onun yanında büyük bir tepe ve çeşme vardır. Cabiye hadisesi Şam memleketi sahabeler tarafından fethedilirken olmuştur. İbn Mesud Şam’dan savaşan orduların bir neferidir.
[7] Ebu Nuaym, Hilye, (Ebu Vail’den), 1/135
[8] Ebu Nuaym, Hilye, 1/307
[9] Bidaye, (İbn Ebi Dünya), 8/6; Ebu Nuaym, Hilye, 1/76; Kenz’ül-Ummal, (el-Askeri, Dineveri, İbn Asakir), 8/219
[10] Ebu Nuaym, Hilye, (Ebu Salih’ten), 1/84; İbn Abdilberr, İstiab, (Hemedanlı el-Hirmazi’den), 3/44
[11] Ebu Nuaym, Hilye, (Katade’den), 1/311
[12] Nehhad, (Said b. Ömer el-Kureşi’den); Kenz’ul-Umval, 7/163
[13] Hakim, Müstedrek, (Ebu Said el-Makburi’den), 3/164
[14] Tabarani, (Ribi b. Hıraş’tan); Heysemi, 9/160 (rivayeti Tabarani’den nakleden Heysemi senedte tanımadığı kimselerin bulunduğunu kaydetmiştir)
Muhammed Yusuf Kandehlevi, Hayatu’s-Sahabe, sf : 1/30-35.