Çok tembellerden ve târiküssalâtlardan (namaz kılmayanlardan) işitiyoruz, diyorlar ki:
‘Cenâb-ı Hakkın bizim ibadetimize ne ihtiyacı var?’
Çok dikkat edelim bu soruyu tembeller ve namaz kılmayanlar soruyor.
Doktora gittiğimiz zaman doktor bizi muayene ediyor. Muayene ettikten sonra da hastalığımıza göre ilaç veriyor. Bizim de önce muayene olmamız lazım, problemimiz nerde?
Kur’ân’da çok şiddet ve ısrarla, ibadeti terk edeni zecredip Cehennem gibi dehşetli bir cezayla tehdit ediyor?
Soruyu soranın sorduğu soruya dikkat edin. “Ne ihtiyacı var?” Bir de; “Niye bu kadar teyid ediyor bizi, ne oldu yani bi namaz kılmadık, bir şey yaptığımız yok, kalkıp da bi cami yakmadık… Alt tarafı namaz ya(!)” Bakın, böyle bakıyorlar olaya. Özür dileriz geçer diye düşünülüyor. İlginç değil mi.. Bakın soruya çok dikkat edin; bir hafife alma, çok önemsiz bir şey gibi görme var. Namaz kılmamanın cezasını birazdan öğreneceğiz.
İtidallive istikametli ve adaletli olan ifade-i Kur’âniyeye (Kur’an’ın ifadelerine) nasıl yakışıyor ki, ehemmiyetsiz bir cüz’î hataya karşı (namaz kılmayanlar bunu böyle söylüyor; ‘ehemmiyetsiz, cüz’î, küçük bir hataya karşı’.. Bu sözü bir gün Büyük Millet Meclisi’nde de söylediler. 1920’lere gidin. Tarihçe-i Hayat’ın içinde okuyabilirsiniz. Çok enteresan.. Said Nursî Hazretlerini önce davet ettiler Millet Meclisi’ne. Dediler ki bu meclisin açılışını yap. Ve Bediüzzaman Hazretleri meclise geldi, şöyle bir baktı ki namaz kılmayanların sayısı çok fazla. Ve namaza dair konuşmalarda bulundu. Birçok milletvekili namaza başladı ve millet meclisinin içerisini bir mescit yaptılar. Bunu gören Mustafa Kemal Paşa dedi ki; “Hoca hoca! Sen geldin aramıza ihtilaf verdin. Namaza dair şeylerden bahsettin.” Üstad cevap veriyor: “ Paşa paşa! Kainatta en büyük hakikat imandır. İmandan sonra namazdır. Namaz kılmayan haindir. Hainin hükmü merduttur.” Ses seda yok.. Bu kadar net olan bir şey küçümsenebilir mi? Hele de Bediüzzaman gibi bir şahsın karşısında böyle bir ifade kullanılır mı?) nihayet şiddeti gösteriyor?’
“Elcevap: Evet, Cenâb-ı Hak senin ibadetine, belki hiçbir şeye muhtaç değil. Fakat sen ibadete muhtaçsın; mânen hastasın.”
Şimdi bakın çok dikkat edin:
“İbadet ise, mânevî yaralarına tiryaklar hükmünde olduğunu çok risalelerde ispat etmişiz. Acaba bir hasta, o hastalık hakkında, şefkatli bir hekimin ona nâfi ilâçları içirmek hususunda ettiği ısrara mukabil, hekime dese: ’Senin ne ihtiyacın var, bana böyle ısrar ediyorsun?’ Ne kadar mânâsız olduğunu anlarsın.”
Namaz bizim için bir ilaç. Çünkü biz mânen hazstayız. Hastalığımızdan dolayı bize Cenab-ı Hak şiddetle ve ısrarla O’na ibadet etmemizi istiyor. Cenab-ı Hak bir doktor, bizler hasta.. Soruyu soran ne diyordu? “Niçin Kur’an’da ibadete bu kadar şiddetle ısrar var?” Peki soruyorum; doktorun biz hastalara ısrarla içirmek istediği ilaç saçma mı? Yanlış mı? Hikmete uygun değil mi? Birinci sorusu ne kadar anlamsız olduğu herhalde anlaşılmıştır. Peki ikincisine bakalım:
“Amma Kur’ân’ın, terk-i ibadet hakkında şiddetli tehdidâtı (ibadetleri terk edince Kur’an şiddetle tehdit ediyor) ve dehşetli cezaları ise (Niye bu kadar çok ceza? Soruyu soran bunu almıyor aklım diyordu.): Nasıl ki bir padişah, raiyetinin (halkının) hukukunu muhafaza etmek için, âdi (basit, sıradan) bir adamın, raiyetinin hukukuna zarar veren bir hatasına göre, şiddetli cezaya çarpar. (Bir adam halkın hukukuna tecavüz etse, padişah adil bir hakimse ne yapar? Görmemezlikten gelirse o hakim adil olur mu? Olmaz değil mi.. Adil hakimin o en küçük halkından birisinin de hakkını gözetmesi gerekiyor) Öyle de, ibadeti ve namazı terk eden adam, Sultan-ı Ezel ve Ebedin raiyeti (halkı) hükmünde olan mevcudatın (Mevcudat Cenab-ı Hakk’ın halkı hükmünde!) hukukuna ehemmiyetli bir tecavüz ve mânevî bir zulüm eder.”
Peki nasıl olur bu olay?
“Çünkü, mevcudatın kemalleri, Sânie müteveccih yüzlerinde tesbih ve ibadetle tezahür eder.
Ne yapıyor bütün mevcudat? Lisan-ı halleri ile tesbih ve ibadet yapıyorlar.
İbadeti terk eden, mevcudatın ibadetini görmez ve göremez. Belki de inkâr eder.”
Bunları ilk kez duyan birisi şunu sorabilir: “Ne alaka? Mevcudat Allah’a ibadet mi ediyor?” Evet. İbadet ediyor. Kur’an böyle ders veriyor. Allah Resûlü (sallallahu aleyhi ve sellem) böyle ders veriyor.
“O vakit, ibadet ve tesbih noktasında yüksek makamda bulunan ve her biri birer mektub-u Samedânî (Cenab-ı Hak’tan gönderilmiş birer mektup) ve birer âyine-i esmâ-i Rabbâniye (Rububiyete ait isimlerin birer aynası) olan mevcudatı âli makamlarından tenzil ettiğinden (aşağı indirdiğinden) ve ehemmiyetsiz, vazifesiz, câmid, perişan bir vaziyette telâkki ettiğinden, mevcudatı tahkir eder, kemâlâtını inkâr ve tecavüz eder. (İbadet yerine gelmeyince sadece Allah’a karşı bir hata meydana gelmiş olmuyor. Bütün mevcudata karşı da insan bu hatayı işlemiş oluyor. O zaman Adil-i Hakim olan Cenab-ı Hak her bir mevcudatın hakkı için bu hesabı soracak mı? Soracak! Niçin ayetlerde bu tehditlerde bulunulduğunun sebebi işte bu.) Evet, herkes kâinatı kendi âyinesiyle görür. Cenâb-ı Hak, insanı kâinat için bir mikyas (ölçü), bir mizan suretinde yaratmıştır. Her insan için, bu âlemden hususî bir âlem verilmiştir.”
Şimdi baktığımız zaman ibadet etmeyen insan kainatı ibadet eder göremezdi. Nasıl görürmüş?
“Gafletle veya inkârla ibadeti terk eden adam, mevcudatı, hakikat-i kemâlâtına tamamıyla zıt ve muhalif ve hata bir surette tevehhüm eder ve mânen onların hukukuna tecavüz eder.”
İşte bu sırlardan dolayı da bir insanın ibadeti terk etmesiyle o ibadet küçük bir meseleden çıkıyor, bütün mevcudatın haklarını ve hukuklarını ilgilendiren bir amme davasına dönüşüyor. Bundan dolayı da ibadeti terk eden şiddetle tehdit ediliyor. ‘Onların hakkını sizden alacağım.’ diyor. İşte o inançsız insanın ebediyen cehennemde yanmasının sebebi de bu sebep oluyor. Çünkü herkes, her zerre o insandan davacı olacak. Elleri, ayakları, bastığı yerler, içtiği sular davacı olacak. Ve bu dava neticesinde ise ebediyen bir Cehennem tahakkuk etmiş olacak.
Dipnot
| Tabiat Risalesi, 23. Lem’a