Siyer Araştırmaları Merkezi kurucusu ve Başkanı Muhammed Emin Yıldırım ile Siyer Araştırmaları merkezinde Gençlik ve İslamiyet ile ilgili söyleşi gerçekleştirdik. Siyer ilimleri üzerine Türkiye de bir ilki gerçekleştirerek Enstitü kurdular. Birçok programlar ve konferanslar gerçekleştirmeye devam ediyorlar. “82 İlde 82 Sahabe” adlı proje takdire şayan öncü hizmetlerdendir. Çok güzel ve nezih bir ortamda bu kutsal ve değerli görevi üstlenen ve böyle bir ortamın olmasına vesile olan bu değerli insana ve değerli görev arkadaşlarına Allah razı olsun diyoruz. Rabbimiz inşaallah en büyük ecirlerle karşılık versin.
Bu yoğun programları arasında kendilerine “Gençler ve İslamiyet” üzerine görüşmek ve konuşmak talebinde bulunduk. Bizi kabul ettiler. Video görüntülerini de kısa süre sonra İnşaallah Youtube kanalımızda paylaşacağız.
Muhammed Emin Yıldırım hocamıza ve değerli Siyer Vakfı ailesine bize karşı tevazu ve misafirperver davranışlarından dolayı teşekkür ediyoruz.
M.S.demir – A. Başaran- B. Tonyalı
M.S.demir :Elhamdülillahirabbilalemin vesselatu vesselamu ala seyidina muhammedin ve ala alihi ve sahbihi ecmain.
Öncelikle bize zaman ayırdığınız için çok teşekkür ederiz Hocam. Bugün baktığımızda gençlerimizde imani konularda çok büyük zaaflar var.İhlas, samimiyet, yok. İbadete çok soğuk bakıyorlar. İnanç konusunda eksiklik var. Bugünün dünyasından, Peygamber Efendimizin dünyasına pencere açsak, ve o günün dünyasından, bizler bugün Efendimizin yöntemi ile gençlere İslamiyeti tekrardan nasıl sevdirebiliriz. Bu konuda ne yapabiliriz.?
M.Emin Yıldırım: Bismillahirrahmanirrahim.
Çok önemli bir mesele çok önemli bir sorun çok önemli bir dert bizim için bu mesele. Çünkü nesillerimizle alakalı meseleyi konuşuyoruz gençleri konuştuğumuz zaman. Geleceğimiz ile alakalı bir meseleyi konuşuyoruz. İstikbalimizin en önemli azığı olan bir meseleyi konuşuyoruz. Öyle olunca da biz gençlerle alakalı ne kadar konuşsak, ne kadar bu mesele de çözümler üretme adına gayretler göstersek o kadar az. Allah muhafaza gençliği olmayan hiçbir medeniyet varlığını devam ettiremeyeceği için, bizlerde ne yazık ki, böyle bir tehlike ile karşı karşıyayız şu anda. Şeytan bütün imkanlarıyla seferber olmuş ve gençliğimizi ifsat etme adına her türlü malzemeyi imkanı kullanıyor. Bu manada bizlerde elbette ki karşıt projeler oluşturmalı ve bu konuda bazı adımlar atmalıyız.
Gençler Büyük Bir Değerin İçerisinde
Öncelikle sorunuza cevap niteliğinde şunu söyleyebilirim. Şu anda biz gençlerimize ne kadar büyük bir değerin içerisinde olduklarını fark ettirmeliyiz. Ve Allah’ın onlardan istediği sorumlulukları onların anlayabileceği bir dil ve üslup ile onların dünyalarına emanet etmeliyiz.
Belki bazı şeyleri hepimiz bildiğimizi zannedebiliriz ama ne yazık ki , bugün iman hakikatlerinin anlaşılması ve kavranması noktasında bırakın gençleri, büyüklerimizin bile problemi var. Model ve temsiliyet adına, her geçen gün zaafiyetler yaşıyoruz. Etrafımızda çocuklarımıza gençlerimize, bak falanca amcan, falanca abin, falanca hocan, Hz. Peygamber aleyhisselatu vesselam gibi, onun sünnetini yaşayan, sahabe efendilerimiz gibi bir hayat yaşıyor diyebileceğimiz örnekler yok. Bu teslimiyet zaafiyetleri yaşandığı için, gençler o dünyalarını yanlış şeylerle dolduruyorlar. Çünkü orası boş kalmıyor. Tabiaatın hiçbir alanı boşluk kabul etmediği gibi, o alanda boşluk kabul etmiyor. Ve orayı şeytan, süslü ve ambalajı güzel olan başka şeylerle dolduruyor. Biz bu manada gençlerimizin ellerini tutacak, sorumluluklarını onlara hatırlatacak, ellerindeki nimetin değerini onlara fark ettirecek, Allah’ın onlardan istediklerini tam manası ile onlara hatırlatacak zeminler bulmak durumundayız. Eğer bunu yaparsak, Yani netice itibariyle, her çocuk fıtrat üzere doğduğu için, genç dediğimiz zümrede 15 yaşından itibaren 40 yaşına kadar olan zümre olduğu için, halen fıtratı ile aslında bağları tazedir. Dolayısıyla gençlerin dünyasında bazı şeyleri kabullendirme zor olsa da, bunun yolunu iyi bulursak yakalarsak, fıtratları halen taze olduğu için, o vicdan dediğimiz müessese halen korunduğu için, aslı ile arasındaki fasıla çoğalmadığı için aslına döndürebiliriz. İşte bizim yapmamız gerekende birazda bu aslında. Onların dillerinden onların dünyalarını iyice anlamak, ve onlara İslâm dediğimiz bu güzel sistemin bu önemli sistemin, değer ve kıymetini öğretecek bazı imkanları onlara açmak. Bunu yapalım Allah’ın izni ile bazı şeyler oluşacaktır.
Üniversitelerde tebliğ modelleri
B.Tonyalı : Yıllardır Siyer okuyan bir insansınız. Bu sebeple size böyle bir soru sormak istiyorum. Şu anda üniversitelerde iman hakikatleri ile ilgili çok büyük problemler var. Çeşitli kuruluşlar ve çeşitli gruplar var bunun için çalışan. Tebliğ yapmaya devam eden. Fakat bu gruplar genel olarak müslümanca yaşayan ya da müslüman ailelerin çocuklarına hitap ediyor. İslama ya da müslümanca yaşama soğuk olan insanlar yine bu organizasyonlara katılmıyor ya da dışında kalıyor. “Ahiret var mı ” yada “Nerden biliyorsunuz ” gibi sorular soranlar bu kişiler genel olarak bunların dışında kalıyor. Bu kişileri etkilemek için nasıl bir yöntem seçmeliyiz? Biz inanmış gençler olarak nasıl nasıl metotlar kullanmalıyız ?
Yine bununla bağlantılı olarak bir diğer sorum hocam, Resulullah aleyhisselatu vesselam efendimizin ahlakı ile ahlaklanmış bir genç, bugün bir üniversite ortamında olsaydı nasıl bir halde olurdu ve nasıl bir davranış gösterirdi?
M.Emin Yıldırım: İkisi de çok mühim sorular bunların ve gerçekten iyice anlamamız gerekir ki, sorumluluklarımızı yerine getirelim. Artık Müslümanlar, olarak cemaatlerimiz, vakıflarımız derneklerimiz sen ben bizim bu olan meselesinden dışarıya çıkmak durumundalar. Herkes kendisine bir kitle oluşturmuş ve bu kitle ile yetinmeye çalışıyorlar. Ama bizim sorumluluğumuz bunlarla sınırlı değil ki, yeryüzündeki tüm insanlardan sorumluyuz. Bugün bir yerlerde iman adına bir zaafiyet yaşanıyorsa, bir yerlerde Allah ile tanışma ve buluşma konusunda zaafiyet yaşanıyorsa, zannetmeyelim ki bunları Mevla bize bunu sormayacak. o imansız olarak ölen herkesin hesabı bize tek tek sorulacak. Bunun için biz artık iman hamlesini sadece cami cemaatinin üzerinde tutmak gibi mükellefiyetimizin olmadığını bilmek durumundayız. Ashab-ı Kiram efendilerimizin bu konuda çok önemli düsturları ve ilkeleri var. Onların kurtulma dertleri oldukları için, kurtarma adına çırpınışları var. Bir bakıyorsunuz evlerini yurtlarını, Medine gibi Peygamber şehrini terkedip Dünya’nın dört bir yanına dağılıp gittiler. Sebep neydi, İmandan mahrum olan yüreklere iman tohumu aşılamaktı. Dolayısıyla, bizde bunu yapmalıyız. Özellikle bugün Üniversite gençlerimiz, liselerdeki gençlerimiz, kızlarımız erkeklerimiz, bu dediğiniz şekilde, bir sıkıntının içerisindeler. Ne yapıp edip, bu insanlara, Allah var, Hesap var, karşılığında Cennet var, Cehennem var sorularını, suallerini onların zihin dünyalarına emanet etmek zorundayız. Bir yönüyle onları fıtratlarına, asıllarına döndürmek zorundayız. Fabrika ayarlarına geri dönmek derler ya, işte fıtrat odur aslında.Yani kendi ayarlarına dönmektir ki, Çünkü her çocuk İslam fıtratı üzerine doğar. Bunu hatırlatacak, bunların dünyasına bu mesajları uyandıracak kesinlikle bir şeyler yapmak durumundayız.
Ashab-ı Kiram Efendilerimiz Bugün Olsalardı, Nasıl Tebliğ Yaparlardı?
İkinci sorunuza gelince, yani efendimiz aleyhisselatu vesselamın mübarek ellerinde yetişen Ashab-ı Kiram efendilerimiz “Bugün olsalardı ne yaparlardı?” sorusunun cevabı, o gün orada ne yaptılar sorusunda gizlidir aslında. Eğer onlar Usvetül Hasene (iyi bir örneklik, en kamil misal)olan peygamberin mübarek ellerinde yetişen, en güzel örneğin, en güzel örnekleriyseler, biz onların hayatında bu manada çok güzel örnekler buluruz. Bakıyoruz mesele
Darül Erkam dediğimiz ilk müessese ilk mektep, Peygamber mektebi, çok güzel bir sistemle yürüdü. Muallimi peygamber olan, talebesi sahabe olan, müfredatı Kuran ve sünnet olan bir sistemi görüyoruz.
Ne öğretmiş Peygamber aleyhisselatu vesselam, cahiliyenin içerisinden yeni çıkmış o talebelere. Bunlar daha düne kadar, Lat’a Menat’a Uzza’ya tapıyorlardı. Daha düne kadar cahiliyyenin karanlığı içerisindeydiler. Kapkara bir dünyaları vardı. Şirk adına her türlü sıkıntılar içerisindeydiler. Günah adına herşey vardı. Bunların hepsi bugünde var. Evet bugün Lât’ın adı değişmiş olabilir. Bugün Lât’ın adı, birilerinin dünyasında belki futboldur, birilerinin dünyasında, internettir.
birilerinin dünyasında televizyondur, birilerinin dünyasında şandır, şöhrettir, mevkidir, makamdır, başka bir şeydir ama vardır yani bu. Dolayısıyla burada bir put güncellemesi yapmamız lazım. Artık biz 21. Asrın Müslümanları olarak put deyince aklımıza, tahtadan, taştan yapılmış şeyler gelmemeli . Putun tarifi şu aslında; Allah’a ait alanı paylaştığınız herhangi bir şey. Bu ideolojide olabilir, şahıs da olabilir, bir başka şey de olabilir. Böyle bir anlayışla meseleye baktığımız zaman, zafiyetler nerden yaşanıyor, nerden tedaviye başlamalıyız? Bu konuda da ipuçları buluyoruz. Belki biraz uzun izah edilmeli ama vaktimiz olmadığı için kısaca başlıklarını söyleyeyim. Mesela Darül Erkam’da Efendimiz (Aleyhissalâtû vesselâm) ‘in güçlü bir eğitim sistemi var. Aynısını bugün üniversitelerde hangi bölümde, hangi zeminde olursak olalım, uygulayabiliriz.
Nedir o? Birinci basamakta; sağlam bir akidenin inşâsı, en önemli meseledir o. İman ettiğimiz değerlerin öğrenilmesi. İkinci basmakta, akılların eğitilmesi, üçüncü basamakta ise, ruhların inşâsıdır.
Efendimiz böyle yetiştirmiş mi sahabeyi? 6. Asrın karanlığında. Böyle yetiştirmiş ve yetişenler sahabe olmuşlar mı? Olmuşlar. Cihana örnek olmuşlar mı? Olmuşlar. O hâlde bizim yapacağımızda bundan beri değil. Aynı şeyleri anlayıp, algılayıp, bugünün dünyasına örnek ve model olarak aktardığımız zaman; nerede okursak okuyalım, hangi üniversitenin öğrencisi olursak olalım, sağlam bir akideyle; akılları eğiterek, ruhları inşâ ederek, o sahabi ufkuna tekrardan inşâallah işi vardırabiliriz.
A.Başaran : Allah razı olsun hocam. Bugün ki sohbetinizde de bahsetmiştiniz. Genç kitlenin sahada aktif bir şekilde insanlara İslâm dinini tebliğ etmesinden bahsettiniz. Bizim gibi genç kardeşlerimizi bu sahaya nasıl çekebiliriz? Ya da bu işi nasıl sevdirebiliriz?
Bu genç kardeşlerimize İslâm’a hizmet etmenin ne kadar büyük olduğunu bir kere anlatmamız gerekir. Bu konudaki sorumluluklarını fark ettirip, bunun da tadına vardırmamız gerekir. Aslında dine hizmet etmek, en şerefli kapıya hizmet etmek demektir. Şimdi bakın mesela, teşbihte hata olmasın diyeceğim ama hata var, başka da bir şey aklıma gelmiyor. Falanca filanca büyük insanın adamı olmak, onunla beraber olmak, falanca artistle bir karede bulunmak, filanca iş adamıyla aynı sofrada oturmak… Bugünün insanını biliyorsunuz. İtibar ettiği ve hoşlandığı; yaptığı zamanda sevildiği şeyler. Düşünün dine hizmet etmek ne demek? Dine hizmet etmek, en şerefli olan, risalet davası adına hizmet edenlerle aynı yolda yürümek, hizmet adına bir şey konuştuğunuz zaman başlarında Peygamberin olduğu, arkasında sahabenin olduğu, arkasında en hayırlı ikinci nesil olan tabiin nesli olduğu, arkasından ondan sonraki gelen; hayırlı nesil olan, etba-i tabiin olduğu bir kervandan bahsediyoruz ve biz o kervanın 21. Asrın içindeki insanlarız. İstemez miyiz Hazreti Musab ile aynı resim karesinde bulunmak? İstemez miyiz mesela Hazreti Yusuf ile aynı resimde, aynı sofrada buluşmak? İstemez miyiz Efendimiz (Aleyhissalatu Vesselâm)’in mübarek ellerinden bir bardak kevserin taliplileri olmak? Bunun yolu dine hizmetten geçer. Biz evet biliyoruz, az amellerimiz. Amellerimiz onların amellerine yetişmeyecek ama değil mi ki, adım attığımız iş, adım attığımız dava büyük bir dava ve biz şuanda büyüklerin ayak izlerini takip etme adına gayretimiz var. O zaman bizim küçüklüğümüz bir tarafa, davamız büyük olduğu için; büyük kapılara hizmet eden herkes, her adımda büyür. Öyle olunca gençlere bunun aslında ne kadar mühim olduğunu anlamamız, anlatmamız lazım. Elhamdülillah. Siz ehli hizmet gençlersiniz. Bunun tadına ve mutluluğuna varmışsınız. Bundan mahrum olanlar var. Yani bunu, İslâm’a hizmeti , böyle bir sorumluluğu. İşte nedir? Sosyal hobilerden bir hobi olarak görüyorsa, bunu anlayamaz, ama bunu bir şekliyle tattırdığınız zaman; insanlara bunun güzelliğini, farklılığını, Allah ile beraber yaşamayı, Allah’ın dinine hizmet etmek adına terlemeyi, herkesin başka sevdalar peşinde koşarken; sevdası, hizmeti, hülyası, davası olduğu; bir şekliyle böyle şeyleri hissettirip; kendimiz öncelikle içselleştirerek, yansıttığımız zaman onlarda görecek. Mesela Hazreti Musab’ın o zamanki şartlar içerisinde Yesrib’de (Medine’de) ki birçok eve imanın tohumunu ekmesinin, en önemli sebebi şu oldu: Vardı oraya, dönmek için değil, ölmek için gitmişti. Medenilere galebe ikna ile üslûbunca, güzel bir üslûp ile onlarla konuşuyordu ama müthiş bir aşk ve sevdası vardı. Onunla akran olanlar, şöyle bakıyorlar; Ya biz diyorlar, bir kilo hurma için gayret ederken; bu Mekke’den gelen genç delikanlı , birimize birşey anlatmak için yıpranıyor. Pazarda gitse çalışsa, şu kadar elde edecek, ama o kapı kapı dolaşıyor. Ve o aşk o heyecan başkalarına da tesir ediyor. Sahada gayretle terleyen, mücadele eden, onu görünce, “Bu nasıl bir dava ki, böyle müntesipleri var” dedirtiyor onlara. Dolayısıyla biz kendi davamızın temsiliyeti adına, eğer örnek olabilirsek o gençlere, bir şekilde aşkımızı, aşkları edinebilirsek, yüreklerimizdeki sevdayı hissettirip onlara,bu manada belli bilinç ışıklarını yakma adına bir gayrette bulunabilirsek, hidayette Rabbimizdendir. O kapıları açtıktan sonra kim tutar gençleri. Dolayısıyla bu konuda yapılması gereken şey, o ruhun içselleştirilmesi ve yansıtılmasıdır. Ondan sonrası Rabbimize kalan birşey. Unutmamamız gereken bir şey de biz seferden sorumluyuz, zaferden değil. Zafer netice Rabbimizin bileceği iş. Gayret edelim biz. Gayret bizden netice Rabbimizdendir.
M.S.demir : Peygamber efendimiz aleyhisselatu vesselam birgün bir mezarlık ziyaretinde, annemden sonra 2. annem dediği Hz. Ali r.a’nın annesinin mezarı başındayken, Ashabı da yanında olduğu halde, “Kardeşlerimi çok özledim” diyor. Ashab-ı Kiram efendilerimizde, “Biz senin kardeşlerin değil miyiz Ya Resulullah?”diyorlar. Bunun üzerine Efendimiz Aleyhisselatu Vesselam da “Hayır. Siz benim Ashabımsınız. Beni görmediği halde , bana iman edenlerden bahsediyorum” diyor. Bu konuyu bize bir müjde olarak açıklamanız mümkün müdür?
Tabii ki o çok büyük bir müjdedir. Efendimiz aleyhisselatu vesselamın kardeşlik mesajıdır. Kardeşlerimi çok özledim. Bu iştiyakla söyleyince, Ashab-ı Kiram efendilerimiz:
“Biz değil miyiz kardeşleriniz?”diye sorunca,
“Sizler benim ashabımsınız, kardeşlerim onlardır ki, beni görmedikleri halde bana iman ettiler, sesimi işitmedikleri halde davetime koştular, benimle aynı zamanı ve mekanı paylaşmamalarına rağmen, sanki ben içlerinde yaşıyormuşum gibi benimle birlikte yaşadılar.”diyor.
İşte bizi tarif ediyor. Yani şuanda içimizde Efendimizi gören var mı? O sesi duyan var mı? O çağrıyı işiten var mı? Sallallahu aleyhi ve sellem bunu söyledikten sonra 2 şey daha söylüyor. Bizim için daha çok önemli onlar. Birincisi şu:
“Ben kardeşlerimi kıyamet günü, kişinin anasından babasından, sevgililerinden, malından servetinden kaçacağı gün tanıyacağım.
Sahabe efendilerimiz diyor ki:
“Ya Resûlallah nasıl tanıyacaksınız. Son veda haccında bile, sana iman edenler yüz binleri aştı, belki kıyamete kadar gelecek insanlar, milyon olacak, milyar olacak. Nasıl tanıyacaksınız?
Efendimiz diyor ki:
“Sizin bir sürü atınız olsa, atlarınızın alınlarında ve ayaklarında sekilik bulunsa, beyazlık bulunsa, siz o atlarınızı başka at sürülerinin içine salıverseniz, kendi atlarınızı tanır mısınız tanımaz mısınız?
Ashab:
“Tanırız diyorlar.”
Efendimizde:
“İşte bende, iman eden kardeşlerimin alınlarındaki ve ayaklarındaki ve ayaklarındaki abdest izinden tanıyacağım.”
Mesaj geldi. Demek ki, o dehşetli günde, abdest ile arası iyi olanlar parlayacak ve onlar adeta Peygamberin huzuruna, “Gel adamım” diye çağrılacak. Belirgin olduğu için, işaretleri alınlarında olduğu için.
Efendimiz Aleyhisselatu Vesselam daha sonra ellerini açıyor ve şöyle bir duada bulunuyor;
“Allah’ım beni görmedikleri halde bana iman eden, iman kardeşlerimin, sen yaptıkları bir iyiliği, on katı ile sevaplandır.”
Dolayısıyla bire on sevabı da kapsınlar. Bunu diyince Ashap da dua ediyor “Amin” diyor o duaya. Böyle bir dua var arkamızda ve böyle bir müjde var. Madem kardeş olarak Allah Resûlü Aleyhisselatu Vesselam bizi kabul etti. Biz de 14 asır sonrasından;
“Ve aleyke selam Ya Resûlallah” der. O selamı başımızın gözümüzün üstüne koyar ve o müjdeye nail olma çabası içinde oluruz. İnşaallah mevlam hepimizi o gayretin muhatabı kılsın. Allah sizden de razı olsun. Mektebiniz hep suffa olsun. Bu çağın suffalarının talebeleri kılsın mevlam sizi.
Muhammed Emin Yıldırım Kimdir?
1973 Erzurum, Horasan’da doğdu. İlk, orta ve liseyi memleketi Erzurum’da bitirdi ve sonra İstanbul’a geldi. Hem o yıllarda ve hem de sonrasında medrese ilim tahsiline başladı ve devam ettirdi. 1999 yılından sonra Mısır’da İslami ilimler – Arapça’yı kapsayan ve 5 yıl boyunca sürecek olan çalışmalarla başladı. O yıllardan önce İstanbul’da bir vakıf şubesinde islami çalışmalara başlamıştı. 1999 yılından beri Hizmet vakfında bu çalışmalar devam etmektedir. Genel ağırlıklı olarak siyer ve sahabe üzerine çalışmalar yapmaktadır.
Başlıca kitapları
1. Efendimiz’i Sahabe Gibi Sevmek
2. Nebevi Eğitim Modeli Darü’l Erkam
3. Siyer Atlası
4. Sahabeyi Nasıl Anlamalıyız?
5. Vahyi Hayata Taşımak
İnşaallah bu söyleşiden herkes faydalanır. Gençler için mühim bir konu…