Peygamberimizin Fetâneti
Fetânet, Peygamberlerin üstün bir akıl ve zekâya, kuvvetli bir hâfıza ve yüksek bir ikna gücüne sahip olmalarıdır.
Her peygamberin, şerefli ve yüce olduğu kadar da ağır ve çok mesuliyetli olan peygamberlik görevini eksiksiz ve mükemmel bir şekilde yerine getirebilmesi için, böyle üstün bir zekâya ve yüksek vasıf ve yeteneklere sahip olması gerekir. Aksi halde, gönderildikleri milletlere karşı kuvvetli hüccet (kesin delil) ikame edemez, onları ikna veya ilzam için gerekli güzel mücadeleyi yapamazlar, kendilerine inananları irşad ederek onları hak ve hidayete sevkedemezler. O halde peygamberler, en akıllı, en zeki ve en kaabiliyetli mümtaz şahsiyetlerdir. Haklarında zayıf akıl ve zayıf hâfıza, delilik ve gaflet gibi noksan sıfatlar asla caiz değildir.
Peygamber Efendimiz (sav)’de pek çok sorunları bu şekilde çözmüştür. Bunula ilgili hayatında pek çok örnekler vardır.
Peygamberimiz (sav)’in Fetaneti ile ilgili bazı örnekler :
Huneyn’de Medineliler İle
Huneyn zaferiyle birlikte akıl almaz boyutlarda ganimet elde edilir. Hz. Muhammed (asv), bu ganimetin önemli bir kısmını kısa bir süre önce Müslüman olmuş ve henüz din kalplerinde sağlamca yerleşmemiş bulunan Mekke’nin ileri gelenleri arasında dağıttırır. Beklenen etki gerçekleşir. Şimdi Mekke yöneticileri,
“Muhammed gerçekten peygamberdir, yoksa bu kadar cömert olamazdı.”, demektedirler.
Fakat bu durum Medine’den gelen bir kaç gencin de yanlış anlamasına neden olur. Küçük bir dedikodu çıkar. Denmektedir ki:
“Allah’ın Elçisi kendi halkı ve akrabalarına kavuştu ve galiba artık hep onlarla kalacak.”
Dedikodu kendisine ulaşınca zaman kaybetmez. Emir verir bütün Medinelileri bir vadiye toplar. Aralarında Medineli olmayan birisinin bulunmasına ise izin vermez. Herkes merak ve heyecanla beklemektedir.
“Ey Medineliler; duydum ki benim hakkımda bazılarınız, halkına ve akrabalarına kavuştu, artık hep onları tercih edecek demektedir.” der.
Böyle ağır ve çirkin bir iddianın O’nun (asm) ağzından da tekrarlandığını duyan bütün Medineliler, pişman, ağlamaktadır. Özür dilerler. Fakat O (asm) sözü bırakmaz:
“Siz, şaşkınlık içinde, putlara tapan bir topluluk değil miydiniz? Allah benim elimle sizi doğru yola eriştirdi.”
“Evet, ey Allah’ın Elçisi! Bütün minnetimiz Allah’a ve sanadır.”
“Siz, birbirine düşman, birbirinin kanını döken paramparça bir halde değil miydiniz? Allah benim elimle sizi birleşirdi, güçlü kıldı.”
Pişmanlık ve utanç dalga dalga artmaktadır.
“Evet, ey Allah’ın Elçisi! Bütün minnetimiz Allah’a ve sanadır.”
“Siz, fakir, aç, zavallı insanlar değil miydiniz? Allah benim elimle sizi zengin ve onurlu kıldı.”
“Evet, ey Allah’ın Elçisi! Evet!”
Bir an durur. Sonra devam eder:
“Ama isterseniz siz şöyle de diyebilirsiniz. Kendi halkın ve akrabaların sana düşman oldular, aralarında barınma imkânı vermediler. Biz bağrımızı açtık, sana ve dinine sahip çıktık.”
Birçok Medineli bu sözlerden duyduğu utancın ağırlığı altında şimdi, katıla katıla ağlamaktadır. Artık sözüne son verip, kendilerini bağışlaması için yalvarırlar. O devam eder:
“Ya da isterseniz şöyle de diyebilirsiniz: Herkes seni yalanladığı sırada biz doğruladık. Herkes sana düşman olup üzerine yürüdüğü sırada biz canlarımızı, mallarımızı uğrunda, saymadan harcadık, siper olduk…”
Medineliler daha fazlasını kaldıramayacaktır. Ortalık biraz yatışınca sözü tekrar ele alır:
“Yeni Müslüman olmuş bazı insanlara sizden biraz fazla mal ve para verdiysem ne olur? O insanlar kendi memleketlerine koyun, deve sürüleriyle dönerken, siz de Medine’ye payınıza Allah’ın elçisi düşmüş olarak dönseniz… İstemez misiniz? Allah’a yemin ederim ki Allah beni muhacir olarak yaratmış olmasaydı ben Medineli olmayı isterdim. Allah’a yemin ederim ki bütün insanlık bir vadiye gitse, Medineliler bir vadiye gitse, ben Medinelilerin yanında olurdum.”
Sonuçta, büyümeye yatkın bir toplumsal sorun daha işin başında ve kökünden halledilmiştir.
Annen Olsaydı…
Müslümanlardan bir genç zina etmek için izin ister. Kendince mantıklı bir gerekçesi de vardır:
Bu sayede namuslu kadınlar onun tehlikesinden korunmuş olacaklardır. Hz. Muhammed (asv) sorar:
“İstediğin şeyi başkalarının annenle yapmalarını kabul eder misin?”
“Vallahi, hayır!”
“Başkaları da anneleri için böyle bir şeye razı olmazlar. Kızın için kabul eder misin?”
“Vallahi, hayır!”
“Başkaları da kızları için böyle bir şeye razı olmazlar. Kız kardeşin için kabul eder misin?”
“Vallahi hayır!”
“Başkaları da kız kardeşleri için böyle bir şeye razı olmazlar.”
Gencin sağduyusuna seslenerek, izin istediği şeyin gerçekte ne kadar kötü ve çirkin olduğunu gösterir. İkna eder. Sonra “Yaklaş”, der. Elini gencin kalbinin üzerine koyarak dua eder:
“Ya Rabbi! Bunun günahlarını affet, kalbini temizle, günahtan koru.”
Genç o günden sonra bir namus örneği olarak yaşar.
Kaç Tanrıya İnanırsın?
Mekke’deki ilk ve en sıkıntılı yıllardır. Kendisine iman edenler, henüz bir avuçtur. Bu bir avuçtan bir tanesi de İmran’dır ki, babası Hüseyin Mekke’nin en akıllı, en iyi konuşan insanlarından biri kabul edilir. Oğlunun da Müslüman olduğunu duyunca onu bu kötülükten geri çevirmek ve Hz. Muhammed (asv)’i, tartışıp mat ederek başlattığı bölücülüğü(!) bitirmek için O’nun yanına gider. İyi hazırlanmıştır, sorar:
“Nedir bu duyduklarımız! Bizim tanrılarımızı reddediyormuşsun. Oysa senin baban, deden ve ataların herkesle beraber bu tanrılara inanıyordu. Ve onlar akıllı, şerefli insanlardı.” Hz. Muhammed (asv):
“Şimdilik senin atalarını da, benim atalarımı da bir kenara bırak.” der ve devam eder“Sen kaç tanrıya inanıyorsun?”
“Sekiz.”
“Bunların kaçı yerde kaçı gökte?”
“Yedisi yerde biri gökte (Allah).”
“Sana bir musibet gelirse kime dua edip, yardım dilersin?”
“Göktekine.”
“Malın helak olursa, kime dua edersin?”
“Göktekine.”
“Rızkı kimden istersin?”
“Göktekinden.”
“Hastalanınca şifayı kimden beklersin?”
“Göktekinden.”
“Yalnız O, senin duanı kabul ettiği halde diğerlerini ne diye ona ortak ediyorsun?” Hüseyin, şaşırmıştır.
“Şimdiye kadar böyle bir kimse ile hiç konuşmamıştım.” der. Hz. Muhammed (asv) son hamlesini yapar:
“Hüseyin, Müslüman ol ki kurtulasın Hüseyin”
“O zaman ben kabileme ve akrabalarıma ne derim, yüzlerine nasıl bakarım?”
“De ki: “Allah’ım benim için en doğru yolu göster.”
Hüseyin Müslüman olur. Oğlu İmran sevinçle babasının boynuna sarılır. Hz. Muhammed (asv), manzarayı mutluluktan ağlayarak seyrederken, Allah’a hamd etmektedir.
(Afzalur Rahman, a.g.e., III/119.)
Yersen Rızkındır
Medineli Yahudilerden biri karşısına geçer, elinde bir parça ekmek vardır. Çevrelerini, Yahudi, Müslüman, putperest, münafık birçok insan sarmış onları izlemektedir. Yahudi ekmeği göstererek sorar:
“Ey Muhammed! Bu benim rızkım mıdır?”
Tuzak bellidir. Hz. Muhammed (asv) “Evet” derse, ekmeği yemeyip atacak… “Hayır” derse, bu defa yiyecek ve her durumda O’nu yalanlayıp, insanlar karşısında küçük düşürmeye çalışacaktır.
Hz. Muhammed (asv) uzun boylu düşünmeden cevap verir:
(Gerçeğe Doğru (I), s. V-34.)
Bir Halkın Efendisi
Mescidde arkadaşlarıyla beraberdir. İçeri hızla yabancı bir ulak girer. Elinde önemli bir diplomatik mektup bulunmaktadır. Medine’nin ve Müslümanların tamamen yabancısı olan ulak soluk soluğa sorar:
“Bu halkın efendisi kimdir?”
O sırada Hz. Muhammed (asv) ayaktadır ve oturmakta olan arkadaşlarına kendi elleriyle ikramda bulunmaktadır. Ulağın sorusunu duyunca hiç düşünmeden cevap verir:
“Bir halkın efendisi ona hizmet edendir.”
Hiç düşünmeden verilen bu cevapla, ulağın sorusunu cevaplamış, arkadaşlarına ve bütün Müslümanlara nezaket dersi vermiş ve siyaset felsefesine önemli bir prensip koymuştur. Hem de hiç düşünmeden bir anda, aynı cümleyle…
(Gerçeğe Doğru (II). s. II-23.)
Bizi Sen Yönet
Necran Hristiyanlarını temsil eden bir heyet kendisini Medine’de ziyaret etmektedir. Hz. İsa (as)’ın Allah’ın oğlu olduğu iddialarını tekrarlayıp, bunu Hz. Muhammed (asv)’in de onaylamasını isterler. O ise onları mantık ve sağduyuya davet eder.
“Allah’ın ölmeyeceğini ve İsa (as)’ın ölmeye mahkûm olup öleceğini bilmiyor musunuz?”
“Evet, biliyoruz.”
“Rabbimizin her şeyin koruyucusu ve rızıklandırıcısı olduğunu bilmiyor musunuz?”
“Evet.”
“İsa (as), bunlardan herhangi birini yapabilir mi?”
“Hayır.”
“Ne yerde ne gökte hiçbir şeyin Allah’a gizli kalmadığını bilmiyor musunuz?”
“Evet.”
“İsa (as) bunlardan hiçbir şeyi bilir mi?”
“Hayır.”
“Rabbimizin dilediği şekilde İsa (as)’ı ana rahminde suretlendirdiğini, ne yemek yediğini ne su içtiğini, ne de abdest bozduğunu bilmiyor musunuz?”
“Evet.”
“Her anne gibi, İsa (as)’ın annesinin de ona hamile olduğunu, sonra her annenin çocuğu gibi doğurduğunu, sonra her çocuk gibi emzirdiğini, yemek yiyip, su içtiğini ve abdest bozduğunu bilmiyor musunuz?”
– “Evet.”
“Öyleyse, iddia ettiğiniz gibi nasıl olacaktır?”
Necran hristiyanları bakakalırlar. Müslüman olmazlar, fakat “Bizi sen yönet” derler. O da arkadaşlarından birisini onlara vali olarak tayin eder.