Önce, bazı sebeplerden dolayı yalana benzeyen sözler sarfetmeye cevaz veren hadis ve rivayetleri ve bu konuyla ilgili İslâm ulemâsının görüşlerini inceleyelim:
Buharî ve Müslim Sahihlerinde şöyle bir hadis zikrederler:
“Halkın arasını düzelten ve bunun için hayır niyetiyle söz ulaştıran veya hayır kasdıyla yalan söyleyen, yalancı değildir.”
| Hadis-i Şerif; Buharî, Sulh 2; Müslim, Birr 101
Yine Müslim, bu hadisin devamında Ümm-ü Gülsüm’den (r.a.) şu meâlde bir rivayeti de kaydetmektedir:
İnsanların söylediklerinden hiçbir şeyde yalana ruhsat verildiğini işitmedim; ancak şu üç durum müstesna:
1) Harpte,
2) İnsanlarını arasını bulmada,
3) Kadının kocasına, kocanın da karısına karşı -ailenin düzeni için söylediklerinde-…
| Hadis-i Şerif; Müslim, age.
Hadiste, “insanların arasını bulmak için yalan söylemek yalancılık değildir” sözünün anlamı, bu yalanda günâh yoktur mânâsındadır. Çünkü hadiste yalan, yalan olarak çıkarılmamakta, sadece bu çeşit yalana karşılık olarak günahın olmadığı bildirilmektedir. Zira, yalan, gerek arayı düzeltmek için, gerekse başka bir maksatla söylensin, sonucu itibariyle yalandır.
Yalana üç yerde ruhsat verilmesi hususunda hadis ulemasının ekserisinin görüşü şöyledir:
Yalanı ve olmayan bir şeyi haber vermek mutlak sûrette yasaklanmıştır. Yalan hususundaki hadisteki müsaade ise “tevriye” ve “îhâm” yoluyla söylenmesindedir.
Tevriye: Birkaç mânâsı olan bir kelimeyi kullanan kimsenin en uzak mânâyı kasdederek söylemesidir.
Îhâm: İki mânâsı olan bir kelimenin en uzak kullanılan mânâsını kasdederek söylemesidir.
Bu iki söz sanatını bu mesele üzerinde düşünürsek şu örnekler verilebilir:
Meselâ savaş esnasında düşman askerine “Kralınız öldü” denildiğinde, bununla düşmanın daha önceki krallarından birisinin kastedilmiş olması gibi.
Yine İslâm’ın ve Müslümanların zarara düşebileceği bir halde konuşmak ve fikir beyan etmek icap ettiğinde, doğrudan yalana varmadan dolaylı cümleler kullanmak da bu kabildendir.
Aynı şekilde bir yakınının gönlünü almak isteyen bir insan onlara bir şey vâdederken, “İnşallah / Allah dilerse” gibi bir ifade kullanır da, söz verdiği şeyi hemencecik almazsa, bu durumda da yalan söylemiş olmaz. Çünkü bu vaâd istikbale mâtuftur.
Ayrıca birbirine dargın olan iki kişinin arasını bulurken, “Falan adam senin için duâ ediyor.” dese de, bununla o adamın “Allah’ım, bütün Müslümanları affet.” demiş olduğunu kastetse, yalan bir beyanda bulunmuş olmaz.
| Kaynak: Tecrid-i Sarih Tercemesi, 8/111-112
Dolaysıyla yalan söylemenin mes’uliyetinden kurtularak rahatlar.
İmam-ı Beyhakî’nin rivayet ettiği bir hadiste, Peygamberimiz (sallallahu aleyhi ve sellem):
“Tevriyeli, kinâî ifadelerle yalandan kurtulup rahatlama vardır.”
| Hadis-i Şerif; et-Tâc, 5/55
buyurarak bu meseleye açıklık getirmişlerdir.
Bugün her ülke tarafından kullanılan “savaş stratejisi, savaş taktiği, savaş manevrası, savaş senaryosu” gibi sözcüklerle ifade edilen bütün savaş taktikleri, karşı tarafı aldatmaya, hedef saptırmaya yönelik birer hiledir, birer aldatmacadır, birer fiilî yalandır. Savaşta “arkadan vurmamak, mertçe savaşmak” gibi ifadeler, sadece filmlerde yer bulan sözcüklerdir.
Nitekim, Peygamberimiz (sallallahu aleyhi ve sellem) de;
“Harb hud’adır/savaş karşı tarafı yanıltma taktiğidir.”
| Hadis-i Şerif; Buharî, Cihad,157; Müslim, Cihad, 18-19
diye buyurmuştur. En sahih hadis kaynaklarında Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem)’ın bu ifadesi ortada iken, mümin olan bir kimsenin -bunun hikmetini öğrenmek yerine-, yanlışlığını ortaya çıkarmaya çalışmak, dinî açıdan çok ciddi risk taşımaktadır.
Özellikle günümüzde her alanda yalana çokça yer verildiğinden, buna meydan vermemek için bu çeşit meselelerde hassas ve dikkatli davranılmasını isteyen Bediüzzaman Said Nursi Hazretleri şöyle der:
“…Maslahat için kizb (yalan) ise zaman onu neshetmiştir (hükmünü kaldırmıştır). Maslahat ve zaruret için bazı âlim ‘muvakkat’ fetvası vermiş. Bu zamanda o fetva verilmez. Çünkü o kadar su-i istimal edilmiş ki, yüz zararı içinde bir menfaati olabilir. Onun için hüküm maslahata bina edilmez.”
“Meselâ: seferde namazı kasretmenin sebebi meşakkattır. Fakat illet olmaz. Çünkü muayyen bir haddi yok. Su-i istimale düşebilir. Belki illet yalnız sefer olabilir.”
Yâni yolculuk esnasında dört rekâtlı farz namazları iki kılarak kasretmenin illeti, esas sebebi, “yolculuk”, yolculuğa çıkmaktır. Meşakkat olmasa dayanamaz kısaltılabilir. Eğer meşakkat gerçek sebep olarak görülürse, bu hükmü herkes kendisine göre değiştirip uygulayabilir. “Ben hiçbir zorluk çekmedim, öyleyse namazları dört rekât kılarım” gibi bir suistimale düşebilir. Bunun önüne geçmek için, meşakkat olsa da, olmasa da namaz kasredilir.
Bu misâlden sonra Üstad, son olarak şu meseleye değinir:
“Aynen öyle de, maslahat dahi yalan söylemeye illet olamaz. Çünkü muayyen bir haddi yok, su-i istimale müsait bir bataklıktır. Hükm-ü fetva ona bina edilmez. Öyle ise ‘imme’s-sıdk ve imme’s-sükût (ya doğru söylemeli yahut susmalı) Yani yol ikidir, üç değildir. Ya doğru, ya yalan, ya sükût değildir.”
“Evet, her söylediğin doğru olmalı, fakat her doğruyu söylemek doğru değildir. Bazan zarar verse sükût etmek. Yoksa yalana hiç fetva yok.”
| Kaynak: bk. Hutbe-i Şamiye/Üçüncü Kelime
İslam’a göre yalan büyük bir vebaldir.
“Pis putlara tapmaktan sakının, bir de yalan söz söylemekten sakının.”
| Kur’an-ı Kerim; Hac Sûresi, 30. Ayet Meali
mealindeki ayette şirkten sonra yalana yer verilmesi dikkate değer bir vurgudur.
İslam dini doğruluk üzerine kurulmuştur. Kur’an’da birçok yerde Kur’an’ın hak/doğruyu söyleyen bir kitap olduğu, Hz. Peygamber (sallallahu aleyhi ve sellem)’in hak/doğru sözlü bir peygamber olduğuna işaret edildiği gibi, vahyin, dinin sahibi olan Rabbimizin doğru sözlü olduğu vurgulanmış ve
“Allah’tan daha doğru sözlü kim olabilir ki?!.”
| Kur’an-ı Kerim; Nisa, 4/122. Ayet Meali
mealindeki ayette olduğu gibi, en gafil kafaları uyandırmak maksadıyla soru stiliyle konunun ifade edilmesi tercih edilmiştir.
“Muhakkak ki doğruluk, insanı iyiliğe, güzelliğe yöneltir, iyilik ise, cennete iletir. Kişi doğru konuşa konuşa nihayet -Allah katında- sıddîk/çok dürüst olarak yazılır. Şüphesiz yalan fücura, kötülüğe yönlendirir, fücur ise, ateşe/cehenneme iletir. Kişi yalan söyleye söyleye nihayet -Allah katında- kezzap/çok yalancı olarak yazılır.”
| Hadis-i Şerif; Müslim, Birr, 103-105
Şimdi düşünelim, yalancılığı “kötülüğün anahtarı, cehennemin rehberi” olarak gösteren Hz. Peygamber (sallallahu aleyhi ve sellem) bu hükümden bazı istisnaları yapmışsa, bir mümine düşen onu saygıyla karşılamaktır.
İman doğruluk üzerine, küfür ise yalan üzerine kuruludur. Zaruret olmadan,“bir lafza-i kâfir olan yalana” izin vermesi düşünülebilir mi?
İslam dininin Peygamberi (sallallahu aleyhi ve sellem)’in çocukluğundan beri çevresinde “Muhammedü’l-Emin = sözüyle, özüyle, fiiliyle emin, güvenilir Muhammed” unvanıyla meşhur olması bizlere çok şey anlatmaktadır. Efendimiz (sallallahu aleyhi ve sellem) bazı konularda yalan söylemeye ruhsat vermişse, bunun hikmetini kavramaya çalışmalıdır.
Aşağıdaki ayet-i kerime ve hadis-i şerif bizim rehberimiz olmalıdır. Tavrımız, niyetimiz, üslubumuz, bu ilahî mesajın çerçevesinde şekillenmelidir.
“Hayır, hayır! Senin Rabbin hakkı için, onlar aralarında ihtilâf ettikleri meselelerde seni hakem kılıp, sonra da verdiğin hükümden ötürü içlerinde hiçbir sıkıntı duymaksızın sana tam bir teslimiyetle bağlanmadıkça iman etmiş olmazlar.”
| Kur’an-ı Kerim; Nisa, 4/65. Ayet Meali
“Daima doğruluğu araştırın! Doğrulukta helakınızı görseniz bile,muhakkak onda sizin kurtuluşunuz vardır.”
| Hadis-i Şerif; Kenzu’l-Ummal, 3/344, Münavi, Feyzü’l-Kadir, 3/232
Tarih boyunca (bir emir değil, sadece bir tolerans olan) bu ruhsat maalesef, çok suistimale uğradı. Nebevî ruhsatın olması gereken çerçevenin dışına çıkıldı. Heva ve hevesler karıştı. Ruhsat çizgisi amacının dışında kullanıldı. Adeta, verilen ruhsattan beklenen yarar, bu suistimaller sonucunda zarar hanesine yazılmaya başladı. Bu sebeple, bu gün artık bu ruhsattan yararlanma işini askıya almakta fayda vardır.
Özetleyecek olursak;
*Savaş durumunda düşmanı şaşırtmak için yalan söylenebilir.
*Dargın olan iki Müslümanı barıştırmak için aralarını bulucu yalan söylemek caizdir. Hadis-i şerifte buyruldu ki:
“İki kişinin arasını bulmak, nafile namaz, oruç ve sadakadan daha faziletlidir.”
| Hadis-i Şerif; Tirmizî
*İki Müslümanın aralarının açılmasını önlemek için yalan söylenebilir. Araları bozulmak üzere olan iki Müslümanın aralarının açılmasını önlemek için yalan söylemek caiz olur. İyiliğe vesile olan yalan, fitneye sebep olan doğrudan makbuldür. Aile birliğinin bozulma tehlikesi durumunda eşler birbirini idare etmek için yalan söyleyebilir. Ama bunun bir alışkanlık haline gelip aile birliğini asıl bozacak unsur haline dönüşme tehlikesi de vardır.
İbni Erkam hazretleri, Hazret-i Ömer’e; “Eşim beni sevmiyor. Sevmediğini de yüzüme karşı söyledi. Böyle bir eş ile yaşamak istemem.” dedi. Hazret-i Ömer, kadına “Niçin kocanızın yüzüne karşı öyle söylediniz?” buyurdu. “Yalan söylememek için. Yoksa burada yalana izin var mıdır?” dedi. Hazret-i Ömer: “Elbette burada yalan söylemeye izin vardır. Bir kadın, kocasını sevmese de, onu üzmemek için, yalan söylerse günah olmaz.” buyurdu.
*Bir Müslümanın bulunduğu yeri ya da malını zalim düşmandan gizlemek için yalan söylenebilir.
*Müslümanın günahını, sırrını ve ayıbını gizlemek için yalan söylenebilir.