Rüstem ertesi günü Sa’d b. Ebî Vakkas’a birisini yolladı. Sa’d da o kişiyle birlikte Huzeyfe b. Mihsan’ı Rüstem’e gönderdi. O da Rib’i’nin söylediklerinin bir benzerini söyledi. Sa’d ona üçüncü gün Muğîre b. Şûbe’yi gönderdi. Muğîre güzel ve uzun bir konuşma yaptı. Konuşma sırasında Rüstem Mugîre’ye şunları söyledi:
‘Sizin topraklarımıza girişiniz balı gören sinek hikayesine benziyor. Şöyle ki sinek ‘Beni bala ulaştıracak kimseye iki dirhem veririm’ der. Balı gördüğünde içine dalıverir. Fakat daha sonra uçup gitmek isterse de bir türlü kurtulamaz. Bu kez de ‘Beni kim kurtarırsa ona dört dirhem vereceğim’ der. Sizin durumunuz ayrıca zayıf tilkininkine de benzer ki bu zayıf tilki bir delik bularak bir bağa girer. Bağ sahibi onu zayıf görünce merhamet edip dokunmaz. Fakat bir süre sonra semizlenip bağın birçok yerini darmadağın eder. Bağ sahibi bu sefer eline bir sopa alarak hizmetkarlarıyla birlikte onu bağdan çıkarmaya koşar. Bunu gören tilki kaçmak ister. Fakat çok şişmanladığı için ilk girdiği deliğe sığmaz. Bunun üzerine bağ sahibi ile hizmetçiler onu yakalarlar ve ölünceye kadar da sopalarla döverler. İşte siz de bizim memleketimizden bu şekilde çıkacaksınız’ dedi. Daha sonra Rüstem öfkelenerek ateşe tapanların âdeti üzere güneşe yemin ederek
‘Yarın sizinle savaşacağım!’ dedi. Muğîre de
‘Sen göreceksin!’ dedi. Sonra Rüstem, Muğire’ye şu teklifte bulundu:
‘Her birinize birer elbise, komutanınıza da bin dinarla bir elbise ve bir at vereceğim. Buna karşılık siz de bizim ülkemizden çıkıp gideceksiniz’. Muğire ise
‘Saltanatınızı zayıf düşürdükten, izzetinizi ayaklar altına aldıktan sonra mı çıkıp gideceğiz? Şunu bilmenizi isterim ki sizden, zelil kimseler olduğunuz halde cizye alacağız. Sizler, tüm direnmenize rağmen bizim kölelerimiz olacaksınız’ dedi. Muğîre’nin bu sözleri üzerine Rüstem çok öfkelendi.[1]
[1] Bidaye VII/38 (Seyf b. Ömer et-Temimi’den); İbn Hacer, Seyf b. Ömer hakkında ‘O tarihte hüccettir’ der; Taberi IV/105 (İbnü’r-Rufeyl’den, o babasından, o da Ebu Osman en-Nehdi ve başkalarından).
Muhammed Yusuf Kandehlevi, Hayatu’s-Sahabe, sf : 1/210-211.